29 Nisan 2008

:)

Yeni bir fotoğraf makinesi aldım. Canon EOS 400D. Bunca yılın manuel deneyiminden sonra karışık kuruşuk geldi. Emektar üzülmesin diye arada bir onu da kullanmaya devam etmeye karar verdim. Vefa sadece İstanbul'da bir semt adı değil.

"Ben üzgün olduğumda para harcarım, bir daha üzme beni bence." dedim.
"Benim yüzümden mi aldın?" dedi.
"Zaten alacaktım da suçu sana atmak kolay geldi." dedim.

Güldü. Güldüm. Gülüştük.

25 Nisan 2008

.

Sevgili günlük,

Hani demiştim ya kötü birşey olacak, hissediyorum diye.
Oldu. Pat diye.
Canım acıyor.
Allahtan gribim de gözlerimin kenarlarında biriken yaşlar garipsenmiyor.
Nasıl dayanıcam bilmiyorum. Sabır gerekecek bol miktarda.
Bir de "Hiçbir şey bitmiş değil" diyen rahatlatıcı bir ses.
Şu durumda umudu korumak mı, yoksa yıkmak mı daha mantıklı bilmiyorum.

Kumarda kazanırım artık.

Bebelere Masallar - 1

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, güzel bir ülkede balık hafızalı ve güdümü çok kolay cici koyun insanlar yaşarmış. Bu insanlar devletlerine yemez yedirir, içmez içirir, giymez giydirir, ellerine ay sonu geçecek olan 3 kuruşun 1'ini de daha görmeden ona verirlermiş. Gel zaman git zaman öncekilerden daha iyi olmayan ama çok daha kötü tarafları bulunan bir bıyıklı adam onları yönetmeye başlamış. Kankisini de alıp Reis-i Cumhur yapmış ki yaptıkları, söyledikleri hiçbir merciiye takılmadan geçebilsin, ayrıca toplantı aralarında pişpirik oynayabilsinler. Balık hafızalı cici koyun insanların bazıları onun gelişine çok sevinmiş, bazıları kayıtsız kalmış, bazıları da eyvah demiş. Günler günleri, haftalar haftaları ve aylar ayları kovalarken yeni bıyıklı adam istediği gibi at koşturmaya başlamış devletin meralarında. Bütün bekçiler, güvenlikler, meranın görevlileri filan da onungillerden olduğu için hiçbir problemle karşılaşmadan yaşayıp gidiyormuş. Sonra bir gün artık gelinlik yaşa gelmiş olan kızını evlendirmeye karar vermiş, onungillerden biriyle elbet. Bu devirde kime güvenip kızını vereceksin ki, değil mi? Fakat damat biraz teşviğe ihtiyaç duyar gibiymiş, kendi başına bazı şeyleri halledemeyenlerden. İleride problem yaratabilir ama hallederiz n'olacak diye düşünmüş bıyıklı adam.Aşağı yukarı bu zamanlarda devlet babanın eline Sabah grubu diye bir medya devi kuruluş düşmüş. Devlet Baba "Ne gazeteci, ne televizyoncuyum ben" diyerek bu işi beceremeyeceğini başından ilan etmiş, sonra da idare edemeyince zarar etttiğini açıklamış insanlarına. Elinden çıkarması gerekiyormuş bu zarar yuvasını yani, burada da devreye ülkesini ve devletini çok seven bıyıklı adam girmiş. Hem devlet kurtulsun, hem damadın eli ekmek tutsun diye Sabah'ı alıveresi gelmiş damadına. Ama bir problemle karşılaşmış ilk etapta; 1,1 milyon dolar isteniyormuş bu grup için. Biraz durup düşündükten sonra demiş ki bıyıklı adam "Ben damadımı seviyor muyum, evet. Balık hafızalı cici koyun insanlarım beni seviyor mu, evet. O halde bu insanlar damadımı da sever." Bu süper çıkarımın ardından balık hafızalı cici koyun insanların maaşlarından verdiği 1/3 payın toplandığı bankalara gitmiş. Vakıfbank ve Halkbank'ın başındaki kankilerinden 750,000 dolar borç almış, sonra bir bakmış kasa boş. Hemen yeni bir para kaynağı bulması gerektiğini anlamış. Bunun üzerine bıyıklı adam kalkmış taa Katar'lara gitmiş, damadına şifa aramak niyetine. Kendisi o kadar beğenmiş ki bu şifa kaynağını, Reis-i Cumhur kankasına da söylemiş, o da gitmiş. O da kendi kankasına söylemiş ve o da kendisinkine... Derken Katar'a doğru bir trafik peydah olmuş. Balık hafızalı cici koyun insanlar buna bir anlam verememiş ama sorgulamak gibi bir alışkanlıkları da olmadığı için pek de aldırmamışlar.
Nihayet bıyıklı adam Katar'la yapılan bu hoşbeşin yeterli olduğunu düşündüğünde onlardan da 250,000 doları alıp karşılığını çok kısa zamanda ödeme teminatını da vererek ülkesine dönmüş. Cebindeki 100,000 doları da birleştirip damadına ülkenin en büyük medya gruplarından birini satın almış şeker niyetine. Böylece damadın eli ekmek tutacak, kızına daha iyi bakacakmış. Hem bu sayede bıyıklı adamın işten arda kalan zamanlarda bahçesinde domates biber ekeceği bir gazetesi ve televizyon kanalı olmuş. Herkes ermiş muradına, balık hafızalı cici koyun insanlar da mışıl mışıl uyumaya devam etmişler.
O gece mazot da 3 YTL'yi aşmış. Kimse farketmemiş.

22 Nisan 2008

İmdak!

Fonda çalan müzik o anki ruh halinizi ne kadar etkiliyor, hiç farkettiniz mi?
Sabahtan beri o kadar bunalmış durumdayım ki işten, çığlık atarak direktörün kafasına laptopları fırlatasım var. Bu kadar şiddet içerikliyken hücre arkadaşım Beeye "Life House-Breathing" diye bir şarkı açtı. Şu anki hislerim güneş altında çimlere yatmak üzere sessizce istifamı sunup çıkıp gitmeye dair. Bunun daha iyi/daha kötü olduğu tartışılır, ama daha sakin olduğu kesin.
Yerleşik hayata adapte olamamış ilkel benliklerden olduğuma karar verdim. Duramıyorum sabit bir yerde, sabit bir kişide, sabit bir ruh halinde. Bu ofisçik de miyadını doldurmuştur, bugün ona karar verdim. Yazın işler rahat diye yaz sonuna kadar bekleyeceğim ama eylül sonu bu kuş uçar yuvadan. Hah haa pis direktör! Nanik.

21 Nisan 2008

Çorba

  • Dün akşam saat 18:00 küsür itibariyle kendi adıma Film Festivali'ni kapatmış bulunuyorum. Toplamda 12 film izleyip birine geç kalarak bir görsel bombardımana maruz kaldım. Tek tek filmlerden bahsetmeyeceğim ama 9,90 YTL'yi izlemeyenin ağzına Tarkan'ın dili girsin diye beddua edecek kadar fanatik oldum. İzleyin kesin!

    Bu kadar kısa sürede bu kadar yoğun bir izleyiş deneyiminden sonra 1 ay film izlemem herhalde derken dün akşam Digiturk'te The Painted Veil diye bir filme takıldım. Edward Norton'cuğum ve Naomi Watts'ın oynadığı filmin görüntüleri de süperdi ama müzikleri tek kelimeyle muh-te-şem-di! Acele indirip dinleyin. (Yaşasın katır!) Hemen hemen bütün parçaları Prag Senfoni Orkestrası icra etmiş.
  • Bu sabah daha önce bahsettiğim, dünyanın en pahalı benzinini kullanmamıza karşı başlatılan eylemin ilk günüydü. 07:45'te Mecidiyeköy'deydik. Servisçi amca antenine siyah kurdelesini bağlayıp gelmiş ama etrafta başka kurdeleli kimse yoktu. Tam 07:45'te Maksimum Nihat'ın işaretiyle kornaya basmaya başladık. Başta kimseden ses çıkmadı, üstüne üstlük millet de tip tip bakmaya başladı. Derken bir dolu insan utangaçlıklarını yenip basmaya başladı kornalara, ortalık cümbüş alanına döndü. Servis içinde nasıl gaza geldik yarabbim, bizim eylemimiz gelmiş. Bin atlı çocuklar gibi şendik resmen. Sonra Seyrantepe tarafında olan bir kazadan ötürü 2.Köprüye gidişlerin kapalı olduğu anaonsu geldi radyodan. 2.Köprüye yaklaştıkça gördüğümüz manzara inanılmazdı yahu! Sanki sokağa çıkma yasağı gelmiş de biz aradan kaçmışız gibi, bomboş gişeler bomboş bir köprü. Bir an için nasıl mutlu oldum ama sonra kendimden utandım resmen, umarım o kazada ölen yaralanan olmamıştır. Bu trafik adamı insanlıktan da çıkarıyor!

  • Taze haber : Yeni bir kanun tasarısı geliyormuş meclisten koşar adım. Şu andaki düzenlemeye göre çalışan ve bu esnada evlenen kadınlar, evlendikten sonraki 1 yıl içinde işten ayrılırsa "Kocam izin vermiyor çalışmama" diyerek kıdem tazminatı almaya hak kazanıyorlar. Yeni düzenlemeyle bu hak ortadan kaldırılıyor. Yapısı itibariyle pek savunduğum bir kanun değil, eşitlik eşitlik diye bağırırken diğer taraftan "Ben bilmem, beyim bilir" düsturunu uygulamak ve uygulatmak da samimi değil. Yine de ülkemin gerçeklerini düşünürsek çoğunluk için geçerli olan durum bu. Karışık duygular içerisindeyim bu kanuna ve kaldırılmasına karşı anlayacağınız. Yine de işin ucunda para var, 30 Nisan'a kadar halledebilir miyiz ki bu işi diye sorayım bakalım erkekime :p

  • Sabah servis beklediğim yerde karşılıklı süzüştüğümüz grup Nortel Netaş'ta çalışıyormuş, servislerindeki yazıdan gördüm. Yüzlerindeki canlılığa ve kılık kıyafete bakılırsa ya call center'da çalışan öğrenciler ya da stajyerler. Kot pantalonla gidilen bir iş istediğime karar verdim artık.

  • Cumartesi akşam üzeri Nişantaşı'na karşı Mado'da oturup 10'ar YTL'lik kup dondurmalarımızı yerken Sayısal Loto çıkarsa neler yaparız hayalleri kurduk. Biraz samimiyetsiz gördüm bizi, ama hakkaten ihtiyacımız var o paraya. Saadetimiz buna bağlı. Duyuyor musunuz ey yetkili merciler?! Bu haftaki ~5 trilyonluk heyula ikramiyeye talibiz. Çok şekilli harcama planlarımız var. Gözünüz arkada kalmaz, emin olun. Saygılarımla arz ederim.

    PS. Yann Tiersen'i hakkaten bu kadar çok mu seviyorsunuz, yoksa Mimi abarttın mı hileyi?!?

18 Nisan 2008

Susmayın leyyn!

Dünyanın en pahalı iletişimi, dünyanın en pahalı akaryakıtı, dünyanın en pahalı interneti, dünyanın en pahalı suyu, dünyanın en pahalı eti, dünyanın en pahalı otoyolu, dünyanın en pahalı elektriği, dünyanın en pahalı buğdayı, dünyanın en pahalı zeytini, dünyanın en pahalı zeytinyağı... bizim ülkemizde. Burdan yola çıkarak dünyanın en zengin halkı olmamız gerekiyor, fakat alakamız yok. Bilmiyorum bir işe yarar mı, aslına bakarsanız hiç umudum da yok, ama boş boş oturmaktansa bir tepki koymak iyi olur düşüncesindeyim.

"Hükümet 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen İstanbul'daki organizasyonlara fon yaratmak için üç yıl süreyle benzine 1.5, motorine ise 1 YKr zam yapacak"
3 yıl sonra da kalkacak bu zamlar tedavülden, değil mi?

Durumdan rahatsız olanlar, 21 Nisan Pazartesi gününden itibaren saat 07:45'te araçlarınızın kornalarını 1 dakika süreyle çalarak ve ayrıca araç antenlerine siyah kurdele takarak bu son zammı protestoya davetlisiniz. Biz servis şoförünü ayarladık bile...

16 Nisan 2008

Top 3

Alamanya'daki firmadan gelen 2 hatunla uğraşıyorum salıdan beri. Piyasa ziyaretiydi, yemeğiydi, oraya buraya götürülmesinin organizasyonuydu derken canıma yettiler. Yarın 12 gibi kendilerinden kurtulacağım inşallah. Bu esnada Buzcevheri'nin "Saygı duyduğum 3 hatun" ile ilgili mim konusunu da düşünmüş oldum ki işte top 3'üm:


1. Hülya Koçyiğit, nam-ı diğer Kınalı Yapıncak
Neden bilmiyorum bu kadını çok severim ben, hem sever hem Türk sineması adına çok başarılı olduğunu düşünüp saygı duyarım. Nerde bir Hülya Koçyiğit filmi görsem izlemeye çalışırım ki kadın gençliğinde maşallah hiç boş durmadığından malzeme bulmakta zorlanmam. Zamanında kendisinin pornosunun internette dolandığı iddia edilmiş, sırf buna inanamadığımdan söz konusu video izlenmiş ve Kınalı Yapıncak'ın suçsuz olduğu, videodakinin kızıl saçlı bir Alman olduğu tarafımdan teyit edilmiştir. Sanırım üzerimde böyle bir etkisinin olmasının sebebi "Kınalı Yapıncak" rolünün barındırdığı saflık, gurur ve talihsizlik yüzünden sempati duyuş.


2. Skin
Şimdi bu ablaya duyduğum hayranlık bir değişik. Kendisine duyduğum duyguların benzerlerini Brian Molko ve Ville Valo'ya karşı da duymaktayım ki bu üçünün de ortak noktası iki cinsiyetin de en güzel özellikleri bünyelerinde taşımaları. Skin'i de etkileyici bir kadın olarak mı, yoksa ortamın altını üstüne getirebilecek maço bir adam olarak mı gördüğümü bilemesem de üzerimde ilginç bir etki bıraktığı aşikar. Sesi, yazdığı şarkı sözleri ve yaptığı bestelerle de saygı duyulacak bir yaratık, ha?


3. Kleopatra
Tarihin tozlu sayfaları arasında sıkışıp kalmamış, hala dünyadaki insanların çoğu tarafından bilinen ünlü bir isim olan Kleopatra da saygı duyduğum kadınlar arasında. Bu saygının nedeni; aslında dötümden çirkin olan Kleopatra'nın, çevresinde uyandırdığı güçlü imaj sayesinde hala güzellikle özdeşleştiriliyor olması. Aslında çirkin bir kadın olduğu ortaya çıktıktan sonra dahi insanlar onu güzel olarak anmaktan vazgeçmediler, vazgeçemediler. Gerçekle bu kadar tezat oluşturan bir durumu bu kadar güçlü bir şekilde tarihe geçirebildiği için kendisinin önünde saygıyla eğiliyorum.

Çevremdeki kadınları ben de gözardı ederek bu 3'lüyü sıraladım, zira onları da hesaba katacak olursak herkesin listesi annesi, teyzesi, halası ve ninelerinden oluşurdu sanırım. Bu mim işinde yeniyim, dolayısıyla illa birilerine topu atmam gerekiyor mu bilmiyorum. Ama bloğumun düzenli okuyucularından olduğunu bildiğim Cem, Mimi Wonka ve Turumcu'ya yakan topu atıyorum, yaksın mı yakmasın mı onlar karar versin :)

14 Nisan 2008

Festivalci Alice - part 2

Çarşamba öğleden sonradan beri raporluydum, bugün günler sonra işe ilk gelişim. Ayaklarım geri geri gitse de kalktık geldik bakalım. Sanırım bu işyeri de son kullanma tarihine yaklaşıyor, ortam huzursuzlaştı mı ben de kıpırdanmaya başlıyorum istemsiz olarak. Yaz geçsin de sonbahara Allah kerim...
Bu arada festival son hızla devam etmekte. Kısaca bir özet geçelim ki gidemeyenler, gidenlere daha da bir gıcık olsun :D
Cuma gece 12'de tek başına gittim Fitaş'a, inşallah bu sefer korkarım diye. Zira yıllardır korku filmlerinden korkamama gibi bir problemim var, ki korku filmlerini çok seven biri olarak bu büyük bir işkence. (Burada bir istisnam var, onu da bilahere anlatırım) Filmimizin adı Yetimhane (El Orfanato). Juan Antonio Bayona'nın yönettiği ve İspanya'nın 2008 Oscar adayı olan korku filmimiz, türünün örnekleri arasında "kötü" tanımlamasını haketmese de klişelerde dolu biraz öcü, biraz "aaa, böyleymiş" filmi olarak hayli yüksek olan beklentilerimi karşılayamadı. Ama jeneriğine bittiimm!
Cumartesi günü tam bir sinema aşığı (bu lafı pek severim :p) olarak gece 5'te kafa 1 milyon olarak yatmaya aldırmadan sabahın 10'unda kalkıp filme koştum. İlk film Savage Ailesi isimli bir duygusal film idi, ki kendisini beğendiğimi söyleyebilirim. Birbirinden hayli kopuk iki kardeş ve babaları arasında geçen öykü, insana yaşlılar ve onlara nasıl davranılması gerektiği konusunda oldukça fazla ikilem yaşatabiliyor. İkinci film, 5 adet animasyondan oluşan Canlandırma Sineması idi. Teknik olarak oldukça ilginç olan bu çalışmalar, cam üzerine elle boyama yapılarak oluşturulmuş. Hikayeler pek iç açıcı olmasa da ilginç çalışmalardı diyebilirim. Hatta hikayelerden ilki olan İnek'i buraya özetlemek istiyorum:
"Bizim bir ineğimiz vardı. Onu çok severdim. Onun bir yavrusu oldu, ailem eti için yavruyu sattı. İnek çok üzüldü, kaçtı, sonunda öldü. Ailem onun da etini yedi çünkü çok lezzetliydi. İnek bize sütünü, yavrusunu, etini, derisini, tüylerini ve kemiğini vermiş oldu. Ben ineğimizi çok severdim." İmza ilkokul 1.sınıf öğrencisi Vladimir
Cumartesi günü için son filmim olan Fadolar hakkında bir yorum yapmaktan itinayla kaçınıyorum, zira filmin yaklaşık 15 dakikasında uyanık gerisinde derin uykudaydım. Bunca yıldır ilk defa başıma gelen böyle talihsiz bir olayın şaşkınlığı üzerimdeyken, filmin sonunda baş kareograf ve yapımcının katılacağı Soru-Cevap bölümünün başlamasına izin vermeden bütün güruhun dışarı çıkmak için birbirlerini ezmesi, sorunun bende değil filmde olduğuna açıkça işaret etti. Gitmeyenler, gidemeyenler hiiç üzülmesin. Atlas'ın girişindeki sıranın uzunluğu, bu grubun oldukça kalabalık olduğunu gösteriyordu.
Film özetlerimiz şimdilik bu kadar. Buzcevheri'nin mimini görüyor ve rest diyorum, lakin şimdi çok sıkıcı bir toplantıya gireceğim. Arada defterime çöp adamlar ve desenler çizerken konuyu da düşüneceğim.

10 Nisan 2008

Festival Başladııı

Dayanamadım sonunda gittim 3 günlük rapor aldım. Fakat Film Festivali başladığı için evde yatmak gibi bir lüksüm yok. Tam 14 filmim var ki dün birine gittim, kaldı 13. Yine de 10'da uyanmak leziz şey.
Dün Into the Wild'ın galasına gittik. Elbette ki 15 YTL vererek gala bileti almadım, zira beleşçi bir kişiliğe yakışmazdı bu. Canım arkadaşım Barzo davetiyelerinden birinde bana da yer verdi de elimi cebime atmadan yaklaşık 3 saatlik filmi izleyebildim. Önümde oturan adamın kafası Homer Simpson'ınkine benziyordu, bu yüzden filmden boynum tutulmuş ve ekranın alt kısmını göreyim diye Barzo'mla akraba olmuş şekilde çıktım, Allahtan yabancı değil.
Şimdi filmi izleyen vardır, izlemeyen vardır küfür yemiyim bu hasta halimle diye spoiler vermeyeceğim. Yalnız filmin ana fikirlerini buraya özetlemek istiyorum:
1.Yabana piknik dışında gidilmez.
2.Hipiler çok şeker insanlardır.
3.18 yaşın altındakilerle sevişilmez.
4.Her bulduğun otu yemeyeceksin.
5.Yiyemeyeceğin şeyin altına girmeyeceksin.
6.Amerikan parası kutsaldır. Ona kötü davranan taş olur.
7.Acı insanları birbirine yaklaştırır.
8.Amerikadaki evsizlerle ilgilenen Sosyal Servis görevlileri çok tatlı yaratılıştadır.
9.Amerikalının "dünyayı dolaşmak"tan anladığı önce Amerika kıtasının batısına gitmek, sonra güneye inmek, sonra da kuzeye çıkmaktır. Zira dünya Amerika'dan ibarettir.
10.Sevgi paylaştıkça çoğalır.
11.Cesaret, salaklıkla karıştırılmamalıdır.
Gerçek bir hikayeden esin alan bir kitaptan uyarlanan bu filmin sonunda, esin kaynağı kahramanın kendi makinesinde buldukları bir resme de yer veriyorlar:
Bu da filmden bir kare, oldukça benzetmişler ha?
Hasta biri olarak dinlenmeye geçiyorum şimdi. Erkekim de bana bakmaya geliyor. DND ;)

8 Nisan 2008

Home Sweet Home

Elin Köln'üne gittim geldim. İyileşmek şöyle dursun, geceleri yatarak uyuyamama noktasındayım. Boğulmamak için oturarak kestiriyorum ki bunu bir de hamilelerin son dönemlerinde yaptıklarını duymuştum. Rezil birşey.
Şehrin H&M hariç hiçbir güzelliğinden faydalanamadım. İşbu sebeple, iş seyahatlarından nefret ediyorum. Ha bir de, Türkiye'den giden 5 kişilik grup olarak birlikteliğimizin son saatlerinde birbirimizi öldürmemek için konuşmamaya filan çalıştık, iş yerinden insanlar 24 saat hiiiç çekilmiyormuş.
Aha bu da "4 mal in Köln". Önünde 4 kişi durup fotoğraf çektirecektik ama 2'de kaldık. Nolcak sanki 2 dakka poz verseler...

3 Nisan 2008

Alice'i nasıl bilirdiniz?

Çok hastayım. Bronşitim, faranjitim, gribim, bahar yorgunluğum ve ateşim var. Ayrıca erkekimle de aramız bozuk, bok gibi hissediyorum. Tam 7 saat sonra Münih aktarmalı olarak Köln'e uçuyorum. Pazar akşamına kadar deli dana gibi koşturacağım fuarda toplantıda orda burda. Yaşayan bir canlı olarak dönmek istiyorum ama bu ne kadar mümkün olacak, göreceğiz.

Bir de duyurum var;

2 Nisan 2008

Şakaa


Dün 1 Nisan'dı. Ev arkadaşım Melo ile hayatımızın en salak döneminde, yani lisede yaptığımız 1 Nisan şakalarından konuşurken farkettik ki, güzide ülkemizin her bir köşesinde yeniyetmelerin aklı aynı çalışıyor. Yaptığımız salak "şaka"ları sıralarsam eminim ki bir sürü insan "Aaa biz de yapmıştık aynısını, ne tesadüf" diyebilir. Buradan açıklıyorum arkadaşlar, buna tesadüf denmez, hepimiz beyinsizmişiz denebilir. Sıralayalım;


1. Sınıf Değiştirmek:

Aynı yaşlarda, aralarında arkadaş ilişkilerinin bolca olduğu iki sınıf sınıfları değiştirir. Amaç içeri giren hocayı "Acaba yanlış sınıfa mı girdim?" endişesine düşürmektir. Salakçadır.


2. Yazılılarda Balık Çizmek:

Dikkat edin sınav değil yazılı dedim, zira o zamanlar bu şeylerin adı yazılıydı. Herkes (Ödlek nerd'ler hariç) o günkü yazılıda kağıdın üzerine balık resmi çizer. Salakçadır.


3.Uçan Mürekkep:

Hocanın gözü önünde sınıf başkanı ya da iyi öğrencilerden biri sınıf defterinin üzerine kazayla mürekkep döker. Bunun uçucu mürekkep olduğunu bilmeyen öğretmen panik olur, kızar, bağırır çünkü bilinir ki sınıf defterine zarar vermek disiplin suçudur. (Bu nasıl bir yüceltme böyle, altı üstü kıçıkırık bir defter!) Salakçadır.


4.Hapşuruk Tozu:

Üzerine hapşuruk tozu dökülmüş çiçek örtmene verilir, örtmen çiçeği koklar, hapşurur, sonra öğrencilerine kızar. Salakçadır.

Bu şakaya bir edit orta birdeki bizim sınıftan gelmiş; hapşuruk tozunu örtmenin burnu yerine kendi burnumuza zerk etmiş, hapşura hapşura bir hal olmuş ve bütün sınıf tuvaletlere taşınmış idik. Aman ne şaka, ne şaka!


5.Sıralara ters oturmak:

Yani açıklama dahi yapamıyorum. Salakçadır.


6.Maske takıp insan korkutmak:

Bol saçlı, kezzap eriyiği tipi maskeleri surata takıp kapı pencere kenarına saklanmak suretiyle gelen geçene böö'leyerek yapılır. Mensubu bulunduğum sınıf bunu kimya öğretmenine yapmış, öğretmenin düşüp bayılmasıyla da disiplini boylamıştır. Salakçadır.


Tanrım devam edemiyorum...