14 Nisan 2008

Festivalci Alice - part 2

Çarşamba öğleden sonradan beri raporluydum, bugün günler sonra işe ilk gelişim. Ayaklarım geri geri gitse de kalktık geldik bakalım. Sanırım bu işyeri de son kullanma tarihine yaklaşıyor, ortam huzursuzlaştı mı ben de kıpırdanmaya başlıyorum istemsiz olarak. Yaz geçsin de sonbahara Allah kerim...
Bu arada festival son hızla devam etmekte. Kısaca bir özet geçelim ki gidemeyenler, gidenlere daha da bir gıcık olsun :D
Cuma gece 12'de tek başına gittim Fitaş'a, inşallah bu sefer korkarım diye. Zira yıllardır korku filmlerinden korkamama gibi bir problemim var, ki korku filmlerini çok seven biri olarak bu büyük bir işkence. (Burada bir istisnam var, onu da bilahere anlatırım) Filmimizin adı Yetimhane (El Orfanato). Juan Antonio Bayona'nın yönettiği ve İspanya'nın 2008 Oscar adayı olan korku filmimiz, türünün örnekleri arasında "kötü" tanımlamasını haketmese de klişelerde dolu biraz öcü, biraz "aaa, böyleymiş" filmi olarak hayli yüksek olan beklentilerimi karşılayamadı. Ama jeneriğine bittiimm!
Cumartesi günü tam bir sinema aşığı (bu lafı pek severim :p) olarak gece 5'te kafa 1 milyon olarak yatmaya aldırmadan sabahın 10'unda kalkıp filme koştum. İlk film Savage Ailesi isimli bir duygusal film idi, ki kendisini beğendiğimi söyleyebilirim. Birbirinden hayli kopuk iki kardeş ve babaları arasında geçen öykü, insana yaşlılar ve onlara nasıl davranılması gerektiği konusunda oldukça fazla ikilem yaşatabiliyor. İkinci film, 5 adet animasyondan oluşan Canlandırma Sineması idi. Teknik olarak oldukça ilginç olan bu çalışmalar, cam üzerine elle boyama yapılarak oluşturulmuş. Hikayeler pek iç açıcı olmasa da ilginç çalışmalardı diyebilirim. Hatta hikayelerden ilki olan İnek'i buraya özetlemek istiyorum:
"Bizim bir ineğimiz vardı. Onu çok severdim. Onun bir yavrusu oldu, ailem eti için yavruyu sattı. İnek çok üzüldü, kaçtı, sonunda öldü. Ailem onun da etini yedi çünkü çok lezzetliydi. İnek bize sütünü, yavrusunu, etini, derisini, tüylerini ve kemiğini vermiş oldu. Ben ineğimizi çok severdim." İmza ilkokul 1.sınıf öğrencisi Vladimir
Cumartesi günü için son filmim olan Fadolar hakkında bir yorum yapmaktan itinayla kaçınıyorum, zira filmin yaklaşık 15 dakikasında uyanık gerisinde derin uykudaydım. Bunca yıldır ilk defa başıma gelen böyle talihsiz bir olayın şaşkınlığı üzerimdeyken, filmin sonunda baş kareograf ve yapımcının katılacağı Soru-Cevap bölümünün başlamasına izin vermeden bütün güruhun dışarı çıkmak için birbirlerini ezmesi, sorunun bende değil filmde olduğuna açıkça işaret etti. Gitmeyenler, gidemeyenler hiiç üzülmesin. Atlas'ın girişindeki sıranın uzunluğu, bu grubun oldukça kalabalık olduğunu gösteriyordu.
Film özetlerimiz şimdilik bu kadar. Buzcevheri'nin mimini görüyor ve rest diyorum, lakin şimdi çok sıkıcı bir toplantıya gireceğim. Arada defterime çöp adamlar ve desenler çizerken konuyu da düşüneceğim.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Festivaller de olmasa insanlar kaliteli filmlerden mahrum kalacaklar. Bu filmlerin çoğunu festivaller dışında sinemalarda görmek imkansız gibi birşey. O zaman geriye internetten filmi bulup indirmek kalıyor. Sir Tim Berners-Lee amcamıza minnettarım.
Kendisi internetin mucididir. O olmasaydı halimiz nice olurdu. Festivalden bir kaç film katırın sırtına yüklenmiş halde..

Çöp adamlar çizerken aradan çıkacak üç leydiyi de merak etmekteyiz efendim..

www.buzcevheri.com