30 Ekim 2008

Hasss-sas

Bunu daha yeni farkettim:

27.10.2008 @ CNNTürk:

AK Parti, partili belediye başkanlıklarına bir yazı göndererek, "içinden geçilen hassas dönemde toplumsal sorumluluk ve duyarlılık bilincinin gereği olarak" 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda resmi kutlamalar dışında bütün eğlence ve şölen programlarının iptal edilmesini istedi.

Nitekim Ankara'da pek bir kutlama yapılmadı diye biliyorum. Ankaralılar??
Anadolu'nun pek çok AKP'li belediyesinde de...

"Hassas dönem"inize kafam girsin. Neymiş o hassas olan? Cumhuriyet Bayramı kutlamasını engelleyecek hassaslık nedir ya? Utanmazlık damarınızda şişkinlikler var da hassas mı hissediyorsunuz kendisinizi? Birilerinin bir taraflarını yalamaktan diliniz mi hassaslaştı yoksa? Olur olmaz yerlerde ve zamanlarda göstermelik namazlar kılmaktan dizlerinizde mi problem var? Kendi pis kokunuz yüzünden burnunuz mu hassaslaştı? Paralarınızı saymaktan işaret parmaklarınız hassaslaşmıştır belki de. E sizin işiniz de zor...

Ağırıma gidiyor artık bunlar. Kaldıramıyorum. Benim de onurum hassas.

29 Ekim 2008

Agucuk Gugucuk

Cumhuriyet Bayramı'nız kutlu olsun.
Böyle bir ortamda ne anlamı varsa kutlama yapmanın...
Geçen aylardan birinde, ki ilgili blog yazısını bulamadım, sansürü protesto amacıyla blogların açılış sayfalarına "Bu siteye erişim kendi kararıyla durdurulmuştur." gibi bir ibare koymuştuk, hatırlarsınız. Dalga geçiyorlar bizimle ki alın sansür öyle olmaz böyle olur dediler Devlet Baba ve erkanları.
Suç, bazı blogların kaçak maç yayınlarını dava eden Digitürk'ünmüş gibi lanse ediliyor. Digitürk'ü her ne kadar sevmesem ve her ne kadar her ay 49 YTL kazandırsam da adamlar son derece haklı. Dünyanın parasını verip maçın yayın hakkını almışsın, öbür tarafta bir zibidi internet üzerinden yayınlıyor aynı görüntüleri. Ben olsam ben de mahkemeye verirdim vallahi billahi.
Fakaatt... "Zamanla hakimlerimiz ustalaşacak, toptan site kapatmaları yerine sadece kusurlu siteyi kapatacak duruma gelecekler." kabilinden bir açıklamayla acemiyiz canlarım, sevin bizi tavrı takınmaya çalışan Adalet Bakanı'mız, zamanında bilimfelsefedin'i, blogspot camiasına dokunmadan kapatmayı becerebildiklerini unutuyorlar mıdır ki?
Digitürk salağı, yiyemeyeceği şeyin altına girmiş bulunuyor. Adına blog denilen, insanların çıkıp düşündüklerini ve yorumlarını çat çat söyleyip "masum" gençliğin zihnine nifak tohumları ektiği, internet gibi kimsenin birbirinin söz hakkını engelleyememesi gereken bir ortamda özgürce atıp tuttuğu bir nevi açık oturumu tümden kapatmak için bundan güzel bahane olur mu?? Üzerine de "Ya biz daha acemiyiz, hakimlerimiz de yaşlı zaten, gençler bu konulara daha aşina, bizim yaşlı hakimlerimiz de inşallah bir gün öğrenecekler konuları" gibi saçmasapan bir açıklama yapar sempati toplarsın orta yaş üstü bilgisayardan anlamayan kitleden, oldu da bitti. Hayır madem bu konulardan anlamadığınızı itiraf ediyorsun, o zaman müdahele hakkını nereden buluyorsun ki?! Ben gitsem birini kessem biçsem öldürsem, ya tıptan anlamam ama öğrenicem böyle kese biçe, anlayış gösterin, bizim oralarda Oxford da yoktu tıp fakültesi de desem.. Yer misiniz ki?
Burdan söyleyeyim arkadaşlar. Bu yasak da mahkemenin sevgili delillerini toplamasından sonra kalıcı olarak gelecek ve gitmeyecek bir daha. Proxy sitelerinden girip yazıyoruz nasıl olsa diye düşünen mi ararsınız, ne tepki vereceğiz de düzelecek diye boşveren mi... Blog yazarlarının bir birlikteliği olmadığı gibi haklarını savunacak kimse de yok. Zaten kendilerinin de savunma yapmaya hiç niyetleri ve enerjileri yok.
Bu yasak temelli olarak gelecek ve bir daha gitmeyecek. O proxyden bu programdan girip iki cümle yazıp çıkacağız ve kendimizi otoriteye karşı çıkan gözüpek anarşik veletler sanacağız. Hem böylesi daha heyecanlı gelir değil mi, minik özgürlük savaşçılarım benim...
Cumhuriyet Tatili'niz kutlu olsun...

26 Ekim 2008

Yassak Hemşerim!

Len ooluum neler oluyor ben anlamadım?
2 gün gazete okumadık TV izlemedik (Tamam kabul, 2 günden biraz daha fazla olmuş da olabilir) blogger kapanmış?! Sağda solda blogspot'un da kapatıldığını okuyorum ama bu sadece bir kavram karmaşası mı anlamadım. Ya da bu iki servis birleşmiş miydi ki? :p
Ne yorumlarınıza ulaşabiliyorum, ne yazı gönderebiliyorum düzgün yoldan. Proxy sitelerine muhtaç oldum, blog hacklenirse şaşırmayın. Gerçi kim neetsin benim blogumu da..
Türkiye İran'a dönmez diyenler hala o kadar ısrarcı mı bu görüşlerinde acep??

23 Ekim 2008

Zü-züüü

Cumartesi günü kara çocuğum Üzüm'ün ameliyatı var. Kendisi bundan sonra kısır bir kedi olacak. Hala suçluluk hissediyorum ne hakkım var buna diye. Fakaatt...
Dün akşam kalan son koltuk minderlerini çöpe atıp sabah 5'te kendisinin bağırışlarına uyandığımda ve yatak örtüme yine koku bıraktığını gördüğümde bu tereddüt uçuverdi!
Kısırlaştırılmamış bir erkek kediyle yaşanmıyor yaşanamıyor! Poşet ve kağıda bayıldığı için ortalıkta asla ve asla bunlardan bırakamıyoruz, gördüğü anda o rezil sıvıdan bırakıveriyor üstlerine. Bütün koltukları batırdı, hepsi bilmem hangi çöplükte şimdi. Yorganım 3 kere kuru temizlemeye gitti, kırlentlerimizi makinede yıkaya yıkaya şekilsiz elyaf yığınlarına döndürdük, kaç valiz kaç terlik çöpe atıldı, kaç perde kırklandı bilemiyorum. Eski kedimin bize zararı 24 adet minder olmuştu, bununki ise 1 ev.
Yine de... Ne bileyim işte.

Uludağ'dan kapımıza gelen kazık

Birkaç zamandır televizyonda dönen Erikli reklamında 19 lt damacaların depositosuz olduğunu duyan La Santa Roja ve ev arkadaşı Melo, madem ekstra para vermeyeceğiz 1 şişe daha alalım eve de biri bitince yedeği olsun diye düşünür. Erikli'den 2 su isterler, 1'i yeni damacana diğeri de evdeki boş yerine. Su fiyatı 7,90 YTL olduğundan 15,8 YTL'yi hazır ederler. Fakat gelen sucu amca kendilerinden 22,8 YTL talep eder; damacana depositosu 7 YTL'dir. TV'de dönen reklam kendisine söylendiğinde de halihazırda başka bir marka damacanası olanlar için Erikli'ye geçmenin bedava olduğunu bildirir. Ee, reklamlarda böyle birşeyden bahsedilmemektedir ki?
Kandırıkçı Erikli'ye kanmayın a dostlar. Reklamlarda eksik/yalan yanlış bilgi vermek nasılsa cezasız kalıyor diye atıp tutmakta bir zarar görmemiş kendüleri.
Kahretsin ki suları çok güzel. Ve 22,8 YTL ödeyip yeni damacanamızı aldık içeri gıcık gıcık.

22 Ekim 2008

Luna-gaarrkk!

22.10.2008 @ Radikal:

Melih Gökçek'in Ankara'sında son durum

19 Mayıs 1943 tarihinde hizmete açıldığından beri alkol satılan Gençlik Parkı'na içki satışı yasaklanıyor. Gökçek: Parkı aile parkı haline getiriyoruz.
Gençlik Parkı'nın da alkol yasağı içine alınmasından sonra Ankara'da AKP'li belediyelere ait olup içki içilebilen hiçbir sosyal tesis ve park kalmayacak.

Çocukluğumda yıldan en az 2 kere giderdik Ankara'ya, aile büyüklerini ziyarete. Ankara'ya gidince de benim gönlüm edilir, Lunapark'a gidilirdi illa ki. Ahtapot'u çok severdim, midem bulanmasına rağmen. Gondol'dan acayip korkardım, ki hala binemedim şu yaşıma kadar. Çarpışan arabalarda teyzemin dişi kırılmıştı bir keresinde, yine de akıllanmaz her seferinde "Bir jeton daha, bir kere daha" ısrarlarıyla 3-4 tur çarpardım millete. Labirente 1 kere girmiştim, çıkmak oldukça zor olduğu ve dakikalar ilerledikçe artan bir izleyici kitlesi her yanlış yola saptığınızda güldüğü için bir daha denemedim. Korku tüneline girmek isterdim, annem izin vermezdi. Kapanışı dönme dolapla yapardık. Tepeden Gençlik Parkı'nı izlemek çok keyif verirdi. Sonra bir masaya oturur, koyu renk cam şişeden akıllandığımız için kutuda meyve suyu içerdik ben, küçük dayım ve anneannemlerin mahallesinden peşimize takılıp onları da götürmemiz için ağlayan çocuklar. Annemle babam da çay. Çekirdek çitlerdik bol bol, boşalan kesekağıdına da çöplerini doldururduk. Saat 9-10 olunca da eve döner, mahalle çocuklarını yuvalarına dağıtır, biraz oturup yatar uyurduk. Çocuklar da mutlu olurdu ebeveynler de.
Yukarıdaki hikayede çevrede alkol kullanan insanlar yok muydu sizce? Yoo, bir sürü vardı. Ama dikkatimizi çekmezdi, normal insanlardı işte. Dikkatimizi sarıklı, cüppeli, şalvarlı, çarşaflı, ottan boktan tahrik olacak kadar sapık, kaypak, ince bıyıklı, tarikatına göre renkli boneli, başını örtüp götünü açanlarlar kadar çekmezdi. Toplumun "normal" kavramını da değiştirecek bunlar.

Gidelim buralardan...

19 Ekim 2008

Lütfen Uzun Süre Hohlamayınız.

2007 yılından beri faaliyet gösterseler de Dokuz sayesinde yeni tanıştığım bir kozmetik şirketinden, eğer ki siz de henüz tanışmadıysanız, bahsedeceğim bugün. Adı Lush. Bütün ürünleri el yapımı olan şirketin Vejetaryenler için uygun ürünleri de var. Önceleri The Body Shop için pekçok ürün geliştiren takım, daha sonra biz de çok para kazanalım diyerek 1995 yılında resmi olarak Lush'ı kurmuş.Peki nedir bu şirketi benim yazımın konusu haline getiren özellik?

Bir kere çok normal ürünleri o kadar garip hallere sokmuşlar ki insandan merak uyandırıyor. Mesela bakın, bu bir Katı Şampuan. Çok yoğun bir yasemin kokusu veriyor ve 80 yıkamaya kadar dayanıyormuş. Köpürtüp saçlarınıza sürüyor ve yıkıyorsunuz. Benim gibi en son 10 yaşında annesi tarafından saçına Hacı Şakir beyaz sabun sürülen birisi için katı haldeki bu maddeyi kullanmak ilginç olacak.
Ya da Banyo Balistiği dedikleri dondurma toplarına benzeyen toplar var. Küvete attığınızda 3-4 dakikada bütün kokuyu ve muhteviyatındaki yağları suya veriyor. Şu yandaki resimdeki biraz daha alengirli, suya atıldığında içindeki kalpler ve çiçekler de suda yüzmeye başlıyormuş. "Ah bir jakuzim olsa kocaman!!" dedirtiyor. Bizim çükko küvette işlerin zorlaşacağına eminim.
Bildiğimiz Banyo Köpüğünün katılaştırılmış halleri var mesela. Elinizle ufalayıp küvetin içine biraz atıyorsunuz, sonra da suyu açıp köpürmesini izliyorsunuz. Ben bunu ufalamaya kıyamam gerçi :p Ama şunu da belirtmeli ki mağazalarında bu fotoğraftaki gibi sanat eseri halde bulunmuyor bu arkadaşlar. Benim gördüklerim azcık yandan yemiş idi; çiçeği ezilmiş, diğerine değdiği için şekli biraz deforme olmuş gibi gibi... Henüz denemedim ama deneyenlerin yalancısıyım, durulanmaya gerek olmadan çıkıyormuşsunuz banyodan. Çok Amerikanvari...
İşi biraz daha eğlenceye dökmüşler arkadaşlar. Bu sebeple yakın zamanda camlarının "muhafazakar" militanlar tarafından indirileceğini düşünüyorum. Masaj Kremleri dedikleri üzünleri süslü püslü, acayip kokulu sabun kalıbı şeklinde barlar. Barı elinize aldığınızda vücut sıcaklığınızla erimeye başlıyor. İstediğiniz kadarını eritip başlıyorsunuz masaja. Tanıtıma bakın tanıtıma: "Evde telefonsuz, mum ışıklı, en sevdiğiniz film ve bir bardak şaraplı gecenin mutlu sonu, en ideali iki kişi için..." Arsızlaarr!

Erkekler için tıraş kremleri, jöleler; hatunlar ve metroseksüeller için taze yüz maskeleri, katı parfümler, yüz temizleyicileri; keyfine düşkünler için duş jöleleri, banyo köpükleri vs vs vs. Çok ürünleri var arkadaşların. Burnunuz kokulara karşı fazla duyarlıysa mağazalarında dolaşmak biraz problem olabilir ama. Kaşına kaşına bir hal oluyor!

PS. Bu yazıyı Lush International'a da yollasam bana 1 yıl bedava alışveriş hakkı filan verirler mi, ne dersiniz? Ha unutmadan, Gloria Jeans'teki gibi bir kartları var; her 25 YTL'lik alışverişte 1 tane damgalıyorlar kartı. 5. damgada katı şampuan ya da saç kremlerinin istediğinizden 100 gr hediye ediyorlarmış. Cici şeyler...

16 Ekim 2008

Verişveriş

Barcelona fotoğraflarıma hala ulaşamadım. Fotoğraflar geziyi zehir eden zat-ı muhteremin bilgisayarında ve kendisini bir müddet daha göresim yok. Gezi yazısını yazayım diye beklerken de blog başı boş kaldı a dostlar. Bu haftasonu ortak bir arkadaşın doğumgünü var, DVD'ye çek getir demeyi düşünüyorum. Topluluk içinde görüşen eski sevgililer misali; ver DVD'mi al teessüflerimi.
Sinema bloguma yazmaya başladım bu bekleyiş zarfında. Düşündüğümden daha fazla zaman alacak gibi görünse de keyifli birşeymiş.
Canım sıkkın değil, sevgilimden ayrılmadım, ailede bir problem yok Allaha şükür, ofis katlanılmaz olmadı, saçlarımdan hoşnutsuz değilim, evimi seviyorum, kısaca bir problemim yok hayatta. Öyleyse çılgıncasına alışveriş yapma dürtüm neden hortladı anlayamıyorum. Şurada görebileceğiniz lambayı ve burada görebileceğiniz telefonu aldım bir çırpıda. Sonrasında pişmanlık da hissetmiyorum, işin kötüsü. Alışveriş arsızı oldum sanırım. Doyumsuzluk... kötü birşey.
Velhasıl kelam eklemek ve siz sevgili blog okuyucularını uyarmak istediğim de bir konu mevcut. Haziran ayından beri kariyer.net'i tekrar takip etmeye başlamış biri olarak işinize 5 elle sarılın diyorum. Kriz olduğu herkesin dilinde de, korkarım işten çıkarmalar da başlayacak yakında. Bu bok şirkette bir müddet daha kalacağım gibi görülüyor, püü!

12 Ekim 2008

Back to Normal

Kullanılan 2.posta antibiyotiklere rağmen hala genizimde bir canavar yaşıyor gibi sesler çıkarıyorum. Ama biraz daha evcilleşmiş gibi birkaç gündür.
Gezdim-gördüm yazısı için fotoğraflarımın elime ulaşmasını bekliyorum, zira kendileri laptoplu Barcelona gezisi arkadaşının bilgisayarında. Her bir fotoğraf 10 mb olunca kartlar doluyor, taşıyor haliyle! Yalnız 2.günün sonunda elim bir bilgisayar puştluğu yüzünden o ana kadar çektiklerimin hepsi uçtu, Akvaryum'da çektiğim öyle böyle olmayan fotoğraflar da sizlere ömür. Neyse, daha fazla ayrıntı verip gezi yazısının kapsamını daraltmayalım.
Tek bir şey söyleyeyim; daha önce seyahate çıkmadığınız insanlarla uzun yola çıkmayın. Aradan 1 hafta geçmesine rağmen henüz kendilerini özlemedim bile :p

5 Ekim 2008

Prenses Alice

Döndüm ben.
Ama çok hasta oldum.
Hatta serum yiyip 3 gün rapor bile aldım. Rapor da bitti gitti.
Bir insan gezerken kendini bu kadar harap eder mi yahu?
İnsan ağzıyla içip ayağıyla gezmeli...

Sahi, yarın pazartesi. Ne iş yapıyordum ki ben??