29 Haziran 2010

Türk annesi gibisin Radikal

29.06.2010 @ Radikal :

ABD'li sinema oyuncusu ve manken Megan Fox uzun süreden beri arkadaşlık ettiği, kendisi gibi oyuncu olan Brian Austin Green geçen hafta evlendi.

Arkadaşlık etmek nedir ya?!?! Ahahahha bizim kızın konuştuğu deyin bir de, tam olsun!

Çeyrek Yaş

29.06.2010 @ Radikal:

İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre 26-30 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 73'ü 'çeyrek yaş bunalımı' yaşıyor. Çeyrek yaş bunalımı orta yaş bunalımı gibi bir rahatsızlık fakat ortaya çıkış sebepleri orta yaş krizinden farklı. Çeyrek yaş krizi daha çok içinde bulunulan koşulların ve dünyada egemen olan eğilimlerin dışına çıkamamanın etkisiyle oluşuyor. 

Bu depresif hallerimin suçlusu bulundu. 30'unda "30 yaş bunalımı", 35'inde "Orta Yaş Bunalımı", 45'inde "Menopoz Bunalımı", 50'sinde "Yaşlılık Bunalımı" diye gittiğine göre ne yaşadıysanız 26'sına kadar yaşadınız gençler! Sonrası pismiş.

28 Haziran 2010

I am so fudgin' jealous


Ah Şöfeer

Direktörlerden biri, tatile çıkarken havaalanına bıraktığı arabasını ordan alıp evinin otoparkına götürmesi için pazartesi sabahı şirketin tek şoförünü kitliyorsa, kusura bakmayın ben küfrederim. Patron şirketinde çalıştım böyle saçmalık görmedim. Beyefendi nazik kıçını incitmesin, uğraşmasın diye arabasının konforundan vazgeçmiyor; otopark parasını da cebinden veremeyecek kadar pinti. Şoför taksiyle gitsin tee AHL'ye, haşmetvahaplarının arabasını evine götürdükten sonra gene taksiyle dönsün şirkete, o arada bizim işler beklesin, kaç yazar?! Tatil dönüşü o araba istenmeyecek mi gene?! Şurda 3 kuruş kazandırmak için şirkete yüz takla atıp ruhumu satıyorum, paralar nerelere harcanıyor. Artık bu deveyi gütmek istemiyorum Yareppim duy beni plz ltf tşk.

25 Haziran 2010

Elektronik Saybırsonik Clatronik

Hayatımda gördüğüm en rezalet reklam görseli budur. Açık ara.

24 Haziran 2010

Anamı gatma!!!

Ömer Üründül'ün dünkü Gana-Almanya maçının ortalarındaki yorumuna bir alkış biz gönderdik, ikincisini sizden bekliyorum.
- Annan da ortasahanın ortasında çok başarılı.
- Evet abi.

Bilinçsizlik Mutluluktur

İnsanın psikolojisinin fucked up olması ve kronikleşmeye yüz tutan bir depresyonla baş etmeye çalışması yeterince kötüyken bütün olan bitenin farkında olması iyice boktan bir durum. Farkında olmasan probleminin, laylaylom yaşamaya devam edebilirsin örneğin.

21 Haziran 2010

This is London

10 yıl sonra Londra ile ilgili hatırladığın ilk şey deseler, cevabım "Melezler!" olur sanırım.
Akla gelebilecek her çeşit insan ırkının kozmopolit kozmopolit yaşadığı bir şehirde bu pek de ilginç bir durum değil elbette ama varyasyonun pek de çeşitli olmadığı İstanbul'da yaşayan biri olarak bana ilginç gelmesi de çok ilginç değil. Gördüğüm çiftler şöyleydi örneğin; Zenci-İskandinav, Japon-Güney Amerikalı, Çinli-Beyaz, Hintli-Zenci, Hintli-İskandinav, Hintli-Beyaz, Hintli-Japon, Hintli-Çinli. Koca şehrin %75'i Hintli olunca böyle bir ağırlıkları oluyor herhalde :p
Buna istinaden, çok fena gıcık olduğum "cins koruma" saplantısı geldi aklıma. İlanlar vardır ya kedisine ya da köpeğine eş arayan insanların verdikleri; "2 yaşında Safkan Yorkshire Terrier kızıma safkan bir eş arıyorum." diye. Ulen o safkan dediğin böcekten bozma köpek zaten çoğu evcil hayvan ırkı gibi insan eliyle sonradan yapılmış. Öyle olmasa bile, doğada olsa bu hayvancık, "Aman bu bıçkın delikanlı benim asilzade rahmime piç tohumlarını bırakacak, buradan derhal uzaklaşmalıyım." mı diyecek? Bak ortada katır gibi bir örnek var, günün birinde bir aygır bir eşeğe meyletmeseydi çıkacak mıydı tepe tepe kullandığın bu gariban? Nedir bu müdahelecilik? Çeşitlilik ne güzel şey, elleyip ortalığı karıştırıp Tanrıcılık oynamak neden?
Cins tabir edilen hayvanların doğadaki en nazlı, en kolay ve en çok hastalanan hayvanlar olması bile sana birşey anlatamıyor mu?
İşbu çıkarımlarımdan hareketle bir İspanyol ya da genlerinde çilsizinden ginger DNA'sı taşıyan Irish ile melezleşmek istediğimi belirtir, "Hava çok sıcaakkk!!!" yakarışımla 10 günde Londoner olmuş kıçımın kenarı imajımı taçlandırırım.

Not: Başlık, son 10 gün her "Ehh bu niye böyle?!" ya da "Aaa bu niye böyle?" tepkimde aldığım cevaptır.

11 Haziran 2010

Absent

Boğaziçi'nin çimlerini televizyonda gördüğümde demiştim, ben o okulda okuyacağım diye. Bu performansla kendimden Oxford'u gördüğümde orda kalmaya karar vermeyi de bekleyebilirim. Durun bakalım, dönmezsem bi' 10 güne, sığınma talebinde bulunduğumu anlayabilirsiniz. Please mind the gap!

10 Haziran 2010

Onay vs İzin

"Yeni Dettol Antiseptik Yara Spreyi, Sağlık Bakanlığı tarafından izinlidir." reklamını her duyduğumda tekrarlıyorum; "Evet, tarafından!!!"
Benim aklıma takılansa "Bakanlık tarafından onaylanmıştır." ile "Bakanlık tarafından izinlidir."in farkı. Kesin, %1500 bir farkı, bir cinliği vardır bunun da acep ne?

9 Haziran 2010

No Pain!

Yeşil reçeteyle satılan ilaçtan 2 taneyi peş peşe yuvarladıktan sonra miğdem hala burgulu makarna gibiyse herhalde şunu söyleyebiliriz;
Ne sarayda ne handa
3+1 saray yavrusu evimde
Miğdeemmm kanıyoor

8 Haziran 2010

İBB

Belediyeyle alakalı bir sergi/fuarda ömrümü yediğim şu son 2 günden arda kalanlar:
1. Daha önce hiç bu kadar başı kapalı kadını bir arada görmemiştim.
2. Daha önce hiç bu kadar bıyıklı adamı bir arada görmemiştim.
3. Daha önce hiç fuar alanında çöp toplamakla görevli sadece 2'si çalışan kalan 13'ü elleri arkasında kavuşturulmuş yürüyen adam görmemiştim.
4. Daha önce hiç çatısı böyle akan bir kapalı alan görmemiştim.
5. Daha önce hiç akan suları toplamak için ortasında 15 kova olan bir stand görmemiştim.
6. Daha önce hiç böyle bir standı adam etmek için grand tuvalet uğraşmamıştım!!!

7 Haziran 2010

Borcam

Annesinin evinde daha kutusu açılmamış minimum 5 tane Borcam'ı olmayan bizden değildir.
Yeni ev aldığımızda, ki bu takriben 20 yıl önce oluyor, hediye gelen Borcam'lar bu yıl benim evime kutusuyla geliyorsa rahatlıkla "In Borcam I trust" diyebilirim.

3 Haziran 2010

Teknoloji vs. La Santa Roja

Hold your positions. Now, fight!!!

5-6 gündür çektiğimi bir ben biliyorum a dostlar. 12 gb'lık cüce hafızası haliyle bana yetemeyen ofis desktopumdaki bilgileri yeni laptopa aktarmaları için başka bir ildeki IT Bölümü'ne gönderdim geçtiğimiz cuma. Pazartesi bir telefon;
IT Guy: LSR Hanım, kötü bir haberim var. Kasa gelirken darbe almış, hard diskinize ulaşılamıyor.
LSR: Eee, n'apıcaz?
IT Guy: 8 ayrı bilgisayarda denedik, hiç görmüyor bile. Back-up aldınız mı diye soracaktım.
LSR: Back-up'ı düzenli olarak alması gereken siz değil misiniz, siz almadınız mı?
IT Guy: Yok, biz de almamışız. Siz aldınız mı şeetmiştim.
LSR: N'apıcaz şimdi?
IT Guy: Yapılacak birşey yok.
LSR: Yanmış hard diskleri bile kurtarıyorlar, profesyonel insanlar var bu konuda. Konuşsanıza onlarla.
IT Guy: Onay alırsanız yaptırabiliriz. $700+KDV fiyat verdiler.
LSR: (İç ses) Nah verirler onay. (Dış ses) Tamam iletirim ben.

Bu şirketteki yaklaşık 4 yıllık çalışmam puff, uçtu gitti. Mail server üzerindeki attach edilmiş dosyalara kaldım. Ne tatlı.
Ardından gelen minik laptopun 1 usb, 1 de eSATA çıkışlı olduğunu farkettim. Ayrı ekran ve klavye/mouse kullanacağımı bildirmeme rağmen usb çıkışlı bu ekipmanları göndermek akıllarına gelmemiş çocukların. 2 gün 13,3 inch ekranda boynum tutula tutula çalıştıktan sonra gönderilen kablosuz klavye taktığımın ikinci dakikasında kendi kendine "Sparis, indrim, isknto" yazmaya başladığında bir betim benzim atıp yusuf yusuf olduysam da sonra birilerinin wireless'ı ile karıştığımı anladım. Lakin o birkaç saniyelik korku uzun zamandır korku filmlerinde aradığını bulamayan bendenize güzel bir tatmin yaşattı. Gönderilen usb çoklayıcı da fazla enerji çektiği için arıza verince gene minik laptopumla başbaşa 2 gün daha çalışmak zorunda kaldık ki boyun fıtığı olduğuma eminim şu an. En yakın Office Store'a gidip bir kablosuz mouse, bir usb çıkışlı klavye aldıktan sonra işbu satırları arkama yaslanarak yazabiliyorum. Gene de printer bağlantım yok zira boşta usb kalmadı. Olsun, eskiden printer mı varmış?!

Sizleri zerre ilgilendirmeyen bu konuda içimi döktükten sonra artık sevgili Excel tablolarıma geri dönebilir, Office asistanım olan minik ataça türlü şaklabanlıklar yaparak gerzek gerzek gülebilirim. Tanrı Bill Gates'i korusun.

2nd

Bana oldum olası çok garip gelir; bir insanın diğerinin canının içi, uğruna çook şeyden vazgeçebileceği sevdiceği, dünyasının merkezi iken bir anda hiçbir şeyi olması. Ne aranan, ne sorulan, sokakta karşılaşıldığında sadece şaşırılan ama başka duygular uyandırmayan, ne yaptığından/ne ettiğinden/yaşıyor mu olduğundan bile bihaber olunup aslında merak dahi edilmeyen birine dönüşmesi. Normalse, gerçekse bu iki faz da değişen koşullara uyum sağlama becerimiz çok inanılmaz. Değilse hangisi kurmacaydı peki; birbirleri için tek oldukları dönem mi, yolları ayrıldıktan 3-5 gün sonra başkasına canım denilen kısım mı? Ya da c)hepsi. Ne kadar üzülecekleri insanların kendi bilecekleri iş elbette, ama bazı şeylerin gerçekleşmesi için de tek kriterin yalnızlık olması garip geliyor. Samimiyetsizlik genel geçer kural olmuş herhalde. 
Bir zamanlar sormuştum birine, nasıl bu kadar kolay olabilir, diye. "Başka ne yapayım ki." diye cevap vermişti. Sırf tek başına kalmamak adına çevresinde bulduğu ilk insanla "çift"leşenlere o kadar acıyorum ki bu, midemi bulandırıyor. Tanrı bizi onlardan ve onların ikinci tercihleri olmaktan korusun.