27 Haziran 2008

Hoşgeldin Hediyeleri - yuppi!

21 Haziran 2008/Radikal:

2005'te 35 milyon YTL harcayan Başbakanlık 2006'da 249.5 milyon, 2007'de ise 290.7 milyon YTL harcadı. CHP harcamaların nereye yapıldığını sordu, hükümet yanıt vermedi. Başbakan Erdoğan sorulara çok sinirlendi.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

20 Haziran 2008/TGRT Haber:

Maliye Bakanlığı, akaryakıtta 1 Temmuz'dan itibaren uygulanmak üzere özel tüketim vergisi tutarlarını güncelledi. Bugünkü Resmi Gazete'de yayımlanan ve 1 Temmuz 2008 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe giren düzenleme ile kurşunsuz benzinin ÖTV'si yeni kanunda yer aldığı şekliyle 1,5 YKr, motorinin ise 1 YKr arttırıldı. Kurşunsuz benzinlerde ve motorinde yukarıya doğru küçük miktarlarda oynama yapıldı.

26 Haziran 2008/Radikal:

Elektriğe 1 Temmuz’dan itibaren uygulanmak üzere konutta yüzde 22, sanayide yüzde 21 zam yapıldı. Otomatik fiyatlandırma sistemine de 1 Temmuz’dan itibaren geçilecek.

27 Haziran 2008/Star Gazete:

Video, fotoğraf kamerası, kozmetik ve beyaz eşyaya yüzde 20 özel tüketim zammı geliyor. Maliye’nin yaptığı düzenleme 1 Temmuz’da fiyatlara yansıyacak.

Evdeki deodorant stoklarını kontrol edin, fotoğraf makinesi filan alacaksanız koşun, eve yeni çamaşır makinesidir bulaşık makinesidir düşünmeyin artık eskilerle idare edin, zaten arabanız varsa baştan yanmışsınız sizi Allah kurtarsın, bir de güneşin doğuşuyla kalkıp namazınızı kılıp güneş batınca yatın da elektrik sarfiyatınız azalsın.

Tatil yazısı istemiştin, değil mi Can? Bu yetti mi :p

25 Haziran 2008

Back

Tatil bitti, izin bitti, para bitti, kardeş gitti.
Boğazımın çukuruna kadar borç batağındayım. Yoksa o kadar kötü hissediyorum ki derhal telefonla istifa edebilirdim.
Sakın 1 haftadan fazla izin almayın işinizden, dönüş çok sancılı oluyormuş. Yarın işe gideceğimi düşündükçe mideme kramplar giriyor, gerçekten.
Ama tatil de tatildi ha!

16 Haziran 2008

Out of Life

La Santa Roja has left the building.
Wonderland'de biraz dinlenmece...

14 Haziran 2008

İlk Dersimiz Feng-Shui

İskoçyalı Genel Müdürümüz ve karısı birer manyakmış. Bugün onu öğrendim.
Adam ofise ilk geldiğinde bütün çiçekleri ortadan kaldırıp masasının yerini değiştirdiğinde, sol tarafını Atatürk portreleriyle bezediğinde anlamalıydım bir gariplik olduğunu. Ya da karısı elinde pusula gibi birşeyle gelip her yeri dolaştığında. Feng-shui diyorlardı bu köklü değişime fakat benim bildiğim feng-shui'den biraz farklı mıydı neydi sanki? Bu noktada hiçbir siteye, yardımcı kurum ya da kişiye danışmadan kendi kendime bir feng-shui tanımı yapacağım:
"Nesnelerin ve onların konumlarının insanın enerjisini olumlu ya da olumsuz anlamda doğrudan etkilediğine, insanın çevresini bu kurallara göre düzenlediğinde pozitif enerji ve şans manyağı olacağına işaret eden bir hayat felsefesi."
Bu biraz daha uçukmuş efendim. Bu konuda da belirli ruhani liderler varmış ve öğretileri birbirinden tamamen farklıymış. Hatta bu bizim Genel Müdür ve karısının bağlı olduğu lidere 3-4 yılda bir görünmen gerekiyormuş filan. Tam tarikat hesabı. Kadın da nasıl anlatıyor, on numara misyoner!

Bugün ofiste bir Feng-Shui dergisi gördüm elden ele dolaşan. "Bu ne, hepiniz mi merak saldınız?" dedim, Genel Müdür'ün dergisiymiş. Sekreter dergiyi okuyabilir miyim diye sormuş, adam karısını aramış "Okuyabilir mi?" diye sormak için, kadın da okuyabileceğini, ancak kesinlikle ofis dışına çıkarılmaması gerektiğini, aksi takdirde kötü şans getireceğini söylemiş.
Şimdi sorarım size, bu nasıl bir boş inanç, nasıl bir bağnazlıktır? Bu kadın Müslüman olsa Aczmendi olmaz mıymış? En kara çarşaflara girip "Humeyni'yi seviyorum" demez miymiş? Yobaz müslümanı da biliyordum, hıristiyanı da, yahudisini de ama yobaz feng-shui'ci de olur mu be kardeşim?

Not : Bu resim ne, gerçekten en ufak bir fikrim yok. Feng-shui yazdım, bu çıktı. Sorsam bizim First-Lady'e, kötü şans getirir mi acep :p

13 Haziran 2008

Bir=İki

Bugün Cuma. Evde, plansız programsız ve yalnız geçirdiğim üst üste ikinci cuma. Bugün ayrıca 13.Cuma ama bunun konuyla uzaktan yakından ilgisi olduğunu sanmıyorum.
Son zamanlarda çevremdeki insan çemberinin git gide daralmaya başladığını farkettim. Her gün konuştuğum, görüştüğüm insanlarla iletişimim önce haftada birkaça, sonra ayda bire dönüştü. Sonra da bitti. Bu aralar birlikte zaman geçirdiğim insan sayısı iki elin parmaklarını aşmayacak bir sayıya düştü. Rakamlarla idare ediyorum. Ben mi giderek çekilmez, uyuz bir karı oluyorum da insanları kendimden uzaklaştırıp asosyalliğe düşüyorum diye düşündüm de, ı-ıh, cık, bende bir değişiklik yok. Değişen diğerleri. Onların değişimine ayak uyduramadığım için de fasulye olan benim yavaş yavaş sanırım. Millet birer birer evlenmeye başladı, her buluşmaya çifter çifter geliniyor, eve oturmaya gidildiğinde bayanlar dedikodu yapıp sofrayı hazırlarken beyler salonda futboldan bahsediyor filan. Bildiğin yetişkin insan sosyalleşmesinin içinde çok sırıtıyorum. Tek sayı olmaktan sıkılmış durumdayım, benim ve sevdiğimin çevrelerini ara sıra kesiştirsem de ayrı tutmam neden bu kadar alışılmamış anlayamıyorum. İki kişi birleşince neden her şey bir oluyor, onu da anlamıyorum. Eskiden Taksim'e çıkarken iki-üç hatun çıkmak gayet doğalken şimdi neden illa "Beyleri getirmeyin ama" cümlesine ihtiyaç duyuluyor böyle ekstrem bir gece yaşamak için kavrayamıyorum. Sevgililer gıcık insanlar olduğu için değil bu tepkim, çoğu şeker gibi adamlar Allah'ı var. Ama hadi hatun tutuyor sürüklüyor adamı her yere desem, adamlar da gayet memnun hayatlarından tıpış tıpış geliyorlar.
Sosyalleşmek için ortamda işler sıkıcılaşırsa sığınacağın bir omuz mu gerekli yani? Ya da bunca yıldan sonra "Evet herşey normal, benim de yanımda bir erkeğim var" göstergesi mi, ya da en naifinden keyif alınan ortamlarda "O da benim gibi keyif alsın"dan "O yanımda olsun da ben daha çok keyif alayım"a kadar uzanan bir yelpazede mi dolanılıyor?
Tenkit etmek ya da "Iyy kaka tü pis bok" demek değil amacım. Sadece işler ne zaman buraya geldi de çift olmak birey olmaktan her daim, her koşulda ve her zaman daha geçerli bir şeye dönüştü anlamaya çalışıyorum. I-ıh, olmuyor..
Gideyim de şu 2 litrelik Absolut'u açayım bari...

11 Haziran 2008

Beggin' yuuu

Eminim duymuşsunuzdur siz de sağda solda, en fazla dinlenen şarkılardan biri olmuş durumda Frankie Valli - Beggin'. Ama çok şahane yahu! Zenci gırtlaklı bir beyaz amca. Oldukça eski bir parça olmasına rağmen Pilooski isimli kişi ya da kişilerce taze taze edit edildiği için bu kadar gözde şu sıralar. Henüz haberi olmayan varsa buyursun buradan yaksın. (Youtube'u açınca yasak öyle olmaz böyle olur gibisinden bir haz kaplıyor içimi, çocuk muyum neyim bilemedim ki, neyse.) Ofiste kapıyı kapatıp deli deli dansediyoruz vallaha! Video nasıl ama :D

10 üzerinden 2 ile sınıfta kalanlar

Bugün işe geç geldim, servisi değil toplu taşıma araçlarını kullandım gelirken de. İki damla güneşi görünce hemen sandaletleri ayaklarına geçiren insanlarımıza seslenme ihtiyacı duydum bu yolculuğum sonrasında. (Halk arasına inmiş teyyareden burjuva gibi konuştuğumun farkındayım ama karşı otobüsleri genelde bindiğim şeyler değil, o bakımdan)

Minimum 7 aydır botların içinde olan o ayakları, el değmeden alıp sandalete koyamazsınız güzel kardeşlerim. Hayatında et makası, törpü ya da en azından oje yüzü görmemiş patlıcan parmaklar o şıkır şıkır sandaletleriniz içinde nasıl korkunç görünüyor farkında mısınız acep? Tamam ben de haftada bir pedikürünü yaptırıp French sürdürüp 12 cm tahta topuklu Nine West sandaletlerimle dolanmıyorum etrafta, ama göz var izan var yahu! Bir de lame sandalet üstüne devetüyü çanta olmaz ki be güzel kardeşim. Ol-maz. O-la-maz.

Beyler, size de bir çift sözüm var! Topuklu sandalet giymiyorsunuz diye yırttığınızı sanmayın! Hatta size birkaç çift sözüm var:

* Şekil-a'da görülen sandalet tipleri trekking ve pikniğe çok uygunken, kumaş pantalon altına giyilmez!!! Hatta bana kalırsa şehirde de giyilmez ya, neyse... (Resimdeki model Lafuma markadır. Lafuma candır, ama dağda bayırda işte)

* Çorapsız halde deri-kösele ayakkabı giyilmez!!!
* Allah rızası için parmak arası terlik giymeyin. Rica ediyorum. Çirkin ayaklarınız, üzgünüm ama yapı itibariyle çirkin. O parmak arası terlikleri de giyince pelte gibi yayılıyor ayağınız iyice zaten!
* Düzgün, çoraplı ayakkabılı pantolonlu bir kıyafet giyiyorsanız; istinalar haricinde, çorabınızın rengini pantolonunuzla eşleştirin. Lütfen. Siyah pantolon altında beyaz çorap izlettirmeyin bize 2008'de!
* Kemer kullanıyorsanız ayakkabınızla aynı rengi geçtim, en azından aynı tonda olsun. Kahverengi kemer ve siyah ayakkabı ikilisi gözümde Angelina Jolie-Borat ikilisinden farksız.

Rica ediyorum, çok rica ediyorum.

Adam olun azcık!

9 Haziran 2008

Sen ne yararlı şeysin meyve suyu!!!

Buzcevheri'nin bir yazısının sonundaki konuyla alakasız kısım çocukluk travmalarından birini hatırlattı bana.

Eskiden kahverengi cam şişelerde satılan şeftali suları vardı, bilmem hatırlar mısınız. Çay bahçelerine gidildiğinde büyükler ince belli bardakta ya da porselen fincanda çay içerlerken çocuklara da bu meyve sularından söylenirdi. Kola ya da Fanta da gözdeydi, fakat zararlı şeyler oldukları için sık sık izin verilmezdi çocuğun bunları içmesine. Neden hep şeftali suyu içtiğimi bilmiyorum, sanırım annemler öyle uygun görmüş. Yıllar sonra vişne suyunu ilk denediğimde "Bunu neden bana yıllardır içirmediniz?!" diye hesap sorduğumu da hatırlıyorum. Bir kere içmişim midem bulanmış, ondanmış...

Yaşım 3,5-4 olsa gerek. Tütünçiftlik'te bir çay bahçesinde oturmuş ilkbaharın tadını çıkarıyoruz ailecek. Yanımızda ailecek dost olduğumuz bir aile daha var. Bu dostların da 3 tane oğulları var, bir şımartıyorlar beni prenses kızımız diye, sormayın gitsin. Bu cam meyve suyu şişelerinden pipetle içilirdi o zamanlar genellikle, bense şımarıklık tavan yapmışken üstüme döktüğümde yiyeceğim azarı bile göze alarak tepeye dike dike içiyorum şeftaliyi. (Freud burda meme özlemi diyordu sanırım, peh! Düpedüz haytalık) 3 adet oyun arkadaşımla saatlerce kovalamaca, saklambaç, ebelemece gibi ilkel oyunları oynadıktan sonra annem beni masaya geri çağırıp birazdan gideceğimizi, meyve suyumu bitirmemi söylüyor. Efelene efelene gidiyorum masaya, şişeyi tutup dikiyorum ve ilk yudumu almamla birlikte acı ve şaşkınlık içinde tükürüyorum ağzımdakileri. Bir bakıyoruz, yerde bir miktar meyve suyu yanında şaşkın, kıvrıla kıvrıla vızırlayan bir arı! Garibim çiçeklerle uğraşmaktansa konsantresini bulmuş olmanın sevinciyle, lıkır lıkır içiyor herhal. Babam çat basıyor arının üstüne, sonra 7 kişi birden bana dönüyorlar "Ah noldu sana bitanem"ler eşliğinde. Annemin incelemeleri sonucu ortaya çıkıyor ki puşt arı dilimi, damağımı ve alt dudağımı toplam 5 yerden sokmuş. Ağız haşat oluyor, bu gariban da 1 hafta soğuk çorbalarla besleniyor. Bu olay, küçük La Santa Roja'nın şişeyi tepesine son dikmesi olarak kayıtlara geçiyor.

Düşündüm de daha bir dolu arı hikayesi var bende. Ayrı bir çekiciliğim mi var bu sarı-siyah moda ikonlarına, yoksa arılar hepten manyak herkese mi aynı muameleyi çekiyorlar bilemiyorum. Mümkünse kendileriyle bal, polen, arı sütü ve reçine içine kaçmış böcük haricinde bir münasebetimiz olmasın.

PS. Çocukken size de arı poleni yedirirler miydi bilmiyorum ama herşeye rağmen, kovan girişinde yüksek emiş gücüyle arıların bacaklarına yapışan çiçek tozlarının toplanmasıyla elde edilen bu besleyici gıdanın içinden çıkan kopuk arı bacaklarına görmek üzerdi beni be!

6 Haziran 2008

Yangından ilk Kurtarılacak

Ofiste ne müdürüm ne direktörüm yok.
Müziği açtım yüksek sesle dinliyorum. Shuffle'a almışken işte o şarkı çalmaya başladı:

Coin operated boy
He may not be real experienced with girls
But i know he feels like a boy should feel
Isn't that the point that is why i want a coin operated boy
With his pretty coin operated voice
Saying that he loves me that he's thinking of me
Straight and to the point
That is why i want a coin operated boy.


Her eve lazım!

Yaşlandım en okuyucu, unutma beni

Bloğumu karıştırıyordum geçen, karıştırırım öyle bir arada ben neler yazmışım eskiden bu zamanlar gibilerinden. Kardeşimin LGS sonuçlarını beklerken yazdığım yazıya denk geldim. 9 gün sonra ÖSS'ye girecek olan tıfılımın bu kaddar büyümesi çok garip yahu! 90'lı bebeler üniversiteli olacak hale bak! Evet çok yaşlandım...

ÖSS'ye girdiğim yaz Seferihisar'a arkadaşımın yazlığına tatile gitmiştim kafa dağıtmak için. Bu sene de kardeşin kafa dağıtmaya ihtiyacı olacağı için kendüsüne ablasıyla başbaşa geçireceği 10 günlük bir tatil hediye edeceğim. Artık üniversiteli olacağına göre havaya girmesi lazım diyerek Vadi'de karar kıldım. Countdown başladı; son 10 gün!

4 Haziran 2008

Aslında pek çok konu var

Geçenlerde zap yaparken MTV'de bir kliple karşılaştım. İlk bakışta kızı Pelin Batu ile aynı anda Demet Evgar'a benzettim. Farklı birşeydi klip, ama daha önce izlediğim başka birşeyi de acayip andırıyordu. Ama neye benzediğini çıkaramadım, geçtim kanalı. Derken bugün birden ezgisi takıldı aklıma, araştırmacı kişilik La Santa Roja buldu çıkardı:

Yasemin Mori - Aslında Bir Konu Var

Myspace sayfasında 3 şarkı ile bahsettiğim klip bulunuyor. Yalnız aynı sayfada bu kızcağızın da ayağa düştüğünü gösteren yorumlar var ki oralarda gözlerinizi kapatın. (Aysun Kayacı gibi açıklama yaptım vallaha!)

Şimdi bu klip şarkısının sözleri bir garip. Hakkaten kargacık burgacık, ne diyor bu hatun dedim ikinci, üçüncü, hatta dördüncü dinlememde. Yine de dinledim pek çok kez, anlamadan etmeden. Hala da dinliyorum şu an itibariyle. Hatta işi buraya yazıp size tavsiye etmeye kadar vardırdım, arsız mıyım neyim? Ama görüntüler güzel Allah için. Yalnız en başından beri kızın yanında olan herifin eli arada çaktırmadan yukarılara kayıyor, farketmedik sanmasın! Edepsiz...

PS. Üzüm azdı ve henüz 8 aylık. Kendisini kınıyor ve koca toschaklı kapkara kedime bir garı istiyrim. Help mee

2 Haziran 2008

Lucky Number 14

Cuma akşamı çilingir sofrası menüsü :

1. Deniz börülcesi
2. Barbunya pilaki
3. Patlıcan salatası
4. Közlenmiş kırmızı biber
5. Çiğ köfte
6. İçli köfte
7. Haydari
8. Acılı Ezme
9. Rus Salatası
10. Kornişon Turşu
11. Biberli Zeytin
12. Kavun
13. Beyaz Peynir
+
14. Efe Yaş Üzüm Rakısı

Çok fena bir hatunum.

Ben bebeykene...

Zehir gibi bir çocuktum söylemesi ayıp. Hayat ve insan yaşayışı üzerine acayip gözlemler yapar, sonra kendi teorilerimi üretirdim. "Ali Ayşe'nin saçını çekti.", "Ahmet burnunu karıştırıyor.", "Can Elif'in kafasına oyuncak tavayla vurdu.", "Rüya r'leri söyleyemiyor." tadındaki otu boku anlattığım anneme bile bu teorilerimi anlatmaz, kendim kurup kendim inanırdım. Birkaçından söz edeyim:


1. Evimin her tarafında minik kameralar olduğunu, bu kameraların sürekli kayıtta olup uzaktaki bir ülkede hayatımın yayınladığını düşünürdüm. Bunu birilerine anlatmış olsam Truman Show'un ana fikrini benden çalmışlar diyebilirdim.
2. Gece uykum geldiğinde ve sabah uyandığımda esnediğimi farketmiştim. Buradan hareketle uykunun görünmez ve havada dolaşan bir top olduğu, gece ağzımızı kocaman açtırarak içeri girip uykumuzu getirdiği, sabah da yine ağzımızı ardına kadar açtırarak dışarı çıkıp uykumuzu kaçırdığı teorisini geliştirdim. Hala bu teoriyi çürütecek bir bulgu çıkmadı.
3. Dünyanın kocaman bir top olduğunu, Allah Baba'nın (Küçük Emrah filmi mi len bu, Allah Baba nedir?!) uzun beyaz sakallı ve sarıklı yaşlı bir adam olduğunu ve dünyayı kucağında tuttuğunu düşünürdüm.
4. Çocukları leyleklerin getirdiği yalanı hiç söylenmemişti de bana, "Anneyle baba birbirlerini çok severlerse ve çocukları olmasını isterlerse çocukları olur" açıklamasını almıştım annemden. Bebeklerin annelerin karnında büyüdüğünü de biliyordum, ama doğumu sadece annenin karnının ameliyatla açılıp bebeğin alınması olarak düşünüyordum. Sezaryen o zamanlar pek bilinen bir şey olmamasına rağmen çocuk aklımla ben bulmuştum yani. Normal doğumun nasıl olduğunu 9 yaşında bir ansiklopediden öğrendiğimde 2 gün uykularım kaçmıştı.
5. Annem sabun ve deterjanın yenmeyeceğini söylemişti bana, demek ki zehirli idi. O sıralar bizde kalan ve beni çok sinirlendiren amcamın yatağına avuç avuç deterjan, sabun tozu, yumuşatıcı vb döküp üstüne su gezdirdikten sonra yorganı üzerine kapamıştım. Akşam olup yatma vakti geldiğinde marifetim ortaya çıkmış, bunun üzerine "Amcamın yatağını zehirledim." açıklamasını yapmıştım. Kaldığımız evden çıkardığım kadarıyla 4-4,5 yaşlarında olmalıyım. Görüldüğü üzere çok kurnaz ve kinci bir velettim. Sinsi cezalandırma taktiklerim takdire şayan.
6. Çok güzel resim yapardım ben bebeykene. Hala yaparım da zaman yok işte... Çevremdeki tıfıllara bakmış, boyama kitabındaki renkleri bile tam tutturamadıklarını, renklerin uyumundan bir bok anlamadıklarını görmüştüm. Sarı ve morun bu kadar yakıştığını nasıl göremezlerdi? Yoksa benim gördüğüm mor ile onların gördüğü mor farklı mıydı? İkimiz de güneşe sarı derken benim gördüğüm sarı ile onun gördüğü sarı aynı değil miydi? Benim sarım onun pembesi miydi? Bir başkasının gözünden bakmadığımız sürece onun ne gördüğümden nasıl emin olacaktık? Öğrenilmiş bilgiye göre her gördüğümüz ağaca yeşil, güneşe sarı, elmaya kırmızı derken aslında herkes için aynı olan gerçeği söylüyor muyduk acaba? Çok çılgınmışım...
7. Aynaya bakarken bazen dalar "İki gözüm, bir burnum, bir ağzım var tamam. Annemi biliyorum, babamı biliyorum. Adım La Santa Roja, 5 yaşındayım, buna da tamam. Ama ben kimim, daha doğrusu neyim diye saykodelik triplere girerdim. Şimdiki zamanı yaşamakta olan bir ölümlü insan olmanın iç sıkıştırıcı düşüncesinden derhal kurtulmaya çalışır, ayrılırdım ayna önünden. Geçenlerde denedim, yine aynı daraltıcı his. Arıza düzelmemiş.

Böyle işte... İnsanın nasıl bişey olacağı çocukluğundan belli canıımm!