30 Aralık 2009

Snıf snıf

Ofis mutfağında çay paketinin poşeti değiştirilirken benim arada 3 kapı varken odamdan mis gibi bergamot kokusunu duymam burnumun öküzlüğüne minik bir örnek. Eskiden apartmana girdiğimde 5.kattaki evimizde ne yemek piştiğini söylerdim. Şimdi 6.kattayım ama mutfağımda yemek pişmiyor, ayrı mesele. Anılara dair en belirleyici duyumuz da koku almak, biliyor muydunuz? Şimdi benimki gibi bir koku duyusu ile bu bilgiyi birleştirin, tadaa karşınızda ottan bottan kokularla beyninde maziye dair kıvılcımlar çaktıran bir bünye. Çok zor çook...

Politik İtiraf

Apolitik olmak benim seçimim değildi. Bu durumu sürdürüp sürdürmemek benim elimdeydi ama.
Üniversite hayatı boyunca her an koşmaya hazır olması gerektiğinden pantolon ve spor ayakkabı giymek zorunda kalan bir anneyle kaldığı yurt 2 kere basılıp içerideki herkes taranan bir babanın ilk kızıyım ben. 80'ler çocuğuyum ayrıca, aklım ermeye başladığında tanıdığım ilk politikacı Turgut Özal, izlediğim kanal TRT Gap. Politik bilinç? O da nesi?!
Ortaokulda başladı arkadaşlarımdaki ilk kımıldanmalar. Kimisi mahalledeki Abi'lerinin peşinden boynuzlarını tokuşturarak selamlaşmaya başladı, kimisi o zaman kim olduğu henüz bilinmeyen yeni tayin olmuş Din hocasıyla dersten sonra sohbetlere katıldı, kimisi emekçi babalarının peşinden proletaryanın çilesini anlatmaya başladı. Bizim evde politik kitaplar vitrinin tepesindeydi, ulaşabileceğimden çok daha yüksekte. Benim boyum seviyesinde Ana Britanica'lar vardı, Temel Larousse'lar ve Türkçe-Edebiyat öğretmeni olan annemin yaşıma uygun gördüğü klasikler. Liseye geçtiğimde politik görüşler iyice ağır basmaya başlamıştı çevremde. Anadolu Lisesi olduğu için düz liselere göre kısmen daha az ilgilenilse de siyasetle, gruplaşmalar, okul çıkışı beklemeler, dayaklar sıklıkla rastlanıyordu. Küçük bir ilçede büyüdüm ben, gelir seviyesi yüksek bir lojman kentinde. Babaların fabrikadaki statülerine göre çocuklarının yaftalandığı bir liman şehri. Delikanlılık da olsa serde, babası müdür olana dokunamazdı işçi çocuğu mesela. Dokunanların babaları ofise çağrılıp azarlanıp aba altından sopa gösterilip gönderilirdi çünkü. Ne bokum bir siyasi görüş yaşayışı bu diye düşünürdüm. Hiçbirine bulaşmadım. Kendi kendime fikirlerim vardı elbet, şimdi düşününce çok da mantıklıymışım diyorum çünkü çoğu fikir hala baki. Sosyalizme inanılmaz sempati duyardım mesela, ama işin içinde insan faktörü olduğu için komünizmi hoş bir rüyadan fazlası olarak düşünmedim. Nasyonel sosyalizm değildi benim sempatimi çeken ama, sadece herkesin gerçek anlamda eşit olduğu naif düşüncesiydi. Ama bütün insanlar eşitken bazıları daha eşitti.
Dile getirmedim bunları pek. Annem liseye giderken onu istemeye gelenlere dedemin cevabı "Önce hocaya, sonra kocaya" olmuş. Benimki de "Önce hocaya sonra politikaya" gibi birşeydi. Üniversite sınavı diye bir bela vardı başımda ya zaten, onu sorgulayarak zaman kaybetmektense ÖSS'ye bir dişli olmayı seçtim. İlk tercihime girdim, millet hasetinden 3 yıl sonra bile sevgilisiyle yatakteyken "İnci nasıl girdi oraya yaa?!" diye sayıklıyormuş.
İyi güzel de, girmişsin Boğaziçi'ne, hemi de en eşek bağlanası bölümüne, boğaz dibinde, çimler ayaklarının altında, ne siyasetinden bahsediyorsun gülüm?? Sosyete kantini diye bir kantini olan bir okuldan bahsediyoruz. Orta Kantin'de parka bile olmayan montlarıyla oturup tavla oynayan abiler mi benim naif hayalimin temsilcileri Allahasen? Kardeş Türküler mi eşitlik çağrısı yapan, 10 şarkısından 0,5'i Türkçe iken? Okula polis girdiğinde "Hayırdır inşallah?" tepkisi veren bir güruhtu okul arkadaşlarım. Okulda katıldığımız bir gösteriyi anlatayım da gülün bir tarafınızla:
Business Research Methods dersimizin adı. O kadar sıkıcıydı ki kalmıştım ben bundan zaten. Dışarıdan gelen yaşlı ve mıymıy bir hoca, kitaptakileri okuyor aynen. (Boğaziçi'nin akademik eğitiyle ilgili de bir yazı yazmalı aslında, bilahere) Dışarıda bir hareketlilik peydah oldu. Munzur Çayı'na yapılacak barajı protesto ediyorlar ellerinde birkaç döviz ile. Hocaya "Biz de gösteriye katılabilir miyiz?" dedik. (Hocadan gösteri için izin alma!!!) "Tabii." dedi, çıktık hep beraber. Önce hoca arkada biz, BTS'nin çevresinden dönüp sınıfa geri girdik. (Toplam 100+100=200 metre filan) Derse devam ettik. BTS'nin güzelim taş duvarına slogan yazmışlar, onu da kınadık.
Çimlerde yata yata, stajdan staja, sunumdan sunuma, projeden projeye atlaya atlaya mezun olduk sonra. Diğerleri gibi Temmuz'da işe başlamadım, gittim gezdim tozdum sürttüm tonla serserilik yaptım, gelip Ocak'ta işe başladım. İlk maaşım 22 yıllık öğretmen olan annemin maaşından daha yüksekti.
Benim bir derdim de kendimle işte. Sosyalizmi sevip pamuklara sarmalayan ama kapitalist olarak yetiştirilip ona göre yaşayan bir modern genç kadınım ben. 3 tane kredi kartım var. İhtiyaç diyerek bir ailenin bir ay geçinmeye çalıştığı parayı icabında bir günde harcıyorum :p Bazen de diyorum, sen bu okula ve bu bölüme neden gelmiştin in the first place? "Kolay kolay okuyup çok para kazanayım diye." değil mi Samuray? İnsanın kendine bile dürüst olamaması ne acı.

Yetenek

Üzüm Bey sonunda kapıları açmayı öğrendi. Sabaha karşı 5'te yatak odamın kapısının Çaat diye açılmasıyla kalp krizi geçirerek öğrendim bu yeni becerisini.
Artık hiçbir yer güvenli değil.

29 Aralık 2009

I love Probability

Bunu çözebilene hediye filan yollayacağım, ne bileyim dile benden ne dilersen falan diyeceğim. O derece kafama takılmış durumda yani.
Şimdi, Sayısal'da her hafta 49'un 6'lı kombinasyonları evreninden bir olasılık çekiliyor. Eğer ki gidip makineye oynatırsanız sizin evreniniz, yani oynayabileceğiniz olasılıkların tamamı, 49'un 6'lı kombinasyonlarının hepsini içeriyor. Makine random olarak sayıları seçtiği için ana evrenle sizin evreniniz birebir örtüşüyor. Makinede oynatmayıp kendiniz sayıları seçtiğinizde ise 1, 2, 3, 4, 5, 6 ya da 49, 48, 47, 46, 45, 44 gibi kimimize çıkması mümkün değilmiş gibi görünen 6'lıları oynamıyoruz. Kendimiz oynadığımızda evrenimiz bu tip çıkması daha az mümkünmüş gibi gelen 6'lılar barınmadığından, bu 6'lıların çıkması olasılığına karşı kendi kendimizi kısıtlamış, diğer bir deyişle şansımızı azaltmış oluyoruz. Öte yandan bizim kendi mantığımız çerçevesinde oynadığımız 6'lı ile 1, 2, 3, 4, 5, 6 ya da 49, 48, 47, 46, 45, 44'ün çıkma olasılığı zaten aynı olduğu için bir şans kaybı da olmamış oluyor.
Şu durumda makineye otomatik oynatmak ile sayıları kendimiz seçerek oynamak arasında şans bakımından bir farklılık var mı, yok mu? Hadi çıkın bakalım işin içinden...

Aşk-ı Cinnet

Oo beybi, biz hiç uğruna şarkı yazılan aşklardan olmadık biliyor musun?
Daha çok perşembe akşamı prime-time kuşağı Türk dizisi gibiydik. Aşk, tutku, entrika, ihanet, şehvet, pişmanlık, şiddet, delilik, hırs!!!
Ama birşey diyeyim mi sana, Kıvanç Tatlıtuğ bile bunları izlettiremiyor bana.
Yaa ya...

Algı

Çiidem'le birlikte spor salonuna gittiğimizde yanımızdan geçen 2 kıronun "Fabrikadan çıkmış gibiler" yorumuna istinaden pek çok hanzo erkeğin kadın algısını da anlamış bulunuyorum. Önce bir ön bilgi :

Çiidem'in saçı civciv sarısı ve kısacık kesimli + düz, kendisi benden bir 20 cm uzun, haliyle daha kalıplı, bronz tenli ve çekik gözlü. Benim saçlarım bakır+platin, kıvırcık, küt gibi, sarı benizliyim, nispeten iri gözlerim var, cep hatunu boyutundayım.

Ortak nokta 2 meme 1 popo ve sarı tonlarındaki saç renginden ibaretken, söz konusu 2 hatun birbirlerine böylesine benzetiliyorsa bu ırkın kadın algısı, ancak bu ortak noktalardan ibaret olsa gerek. Kadın dediğin de yumulacak bir çift meme, girilecek bir delik ve enseden tutup çekilecek saçlardan ibaret, diil mi diil mi...

Afferin bana!

Anne ben bugün kendimi tuttum, kendime engel oldum, yapmamam gerekeni yapmadım.
Tırnak yiyen biri olsam ellerim kanardı, midesi hala alkolü kaldırabilen biri olsam bir 70'lik devirirdim, para kazanmak zorunda olmasam ofise telefon eder "Sizin de işinizin de te a.k." deyip yeşil pasaporta geri döner, havaalanına gidip son dakika biletlerinden ilk dikkatimi çekeni alıp basıp giderdim.
Bunun yerine sabah kalktım işe geldim, ayık kaldım, tırnaklarımı yemedim, kendi kendimi yedim. İçim bitti.

Şunlar kadar olamadık...

Yeniyıl Canavarları

Acaba kaç süs daha feda ederek ağacı bu iki canavardan koruyabileceğim?
Bir minik disko topu, bir marsmallow görünümlü çan, bir büyük yeşil top ve yanar dönerli ışığımın ısırılmak suretiyle kırılmış 8-10 led lambası. İçimdeki yeni yıl ruhunu kemirdiniz Allahsızlar!!

28 Aralık 2009

Tatu

Kadın sıkıntılı olur bazen. Hah sebep şu diyemez de pis, yapışkan, gıcık bir sıkıntı gelir oturur yüreğine. Oyalanmak için kitaplara ya da bilgisayar oyunlarına verebilir kendini, arkadaşlarıyla çok fazla zaman geçirebilir, spora başlayabilir mesela. Alışveriş yapabilir geçsin diye, saçını boyatır & kestirir, olmadı piercing yaptırır, aklında ne zamandır olan bir desen varsa gaza gelip dövdürür orasını burasını, ama yine de olmazsa ne yapar bilemem. Vücudum piercing'e aşırı tepki verip suda kalmış manda leşi gibi şiştiğinden direk next step'e atlama kararı almış bulunuyorum. Sonraki basamak henüz unknown. İnsanın kendi aldığı kararla heyecanlanması da çok şirin.

Mamma

Yemeksepetinden her sipariş verdiğinde Notlar kısmında "Çok açııızz, lütfen acele getirin." diye sevimlilik yapıp kendi kendine eğlenen bir ben miyim küne?

İş-Güç güç

Feriköy'de Bir Pazar

Pek bir merakla gittiğim Feriköy İkinci El ve El işi Ürünleri Pazarı fos çıktı.
İlk kurulduğu gün hava çok soğuk olduğu için koşar adım bakıp çıkmıştım da dün hava da süper, rahat rahat gezelim diye gitmişken pazar alanının antikacılar tarafından istila edilmiş olduğunu gördük. Hakkaten güzel eski eşyalar olsa gene gam yemeyeceğim, ne bir enterasanlığı ne de eşsizliği olmayan ilaç kutuları, eski anahtarlar, likör takımları, kırık fotoğraf makineleri fahiş fahiş fiyatlarla, siftahsız bir şekilde duruyorlardı. İsimlerini tamamen benim cahilliğimden ötürü bilemediğim tüm üyeleri rastalı bir sokak müzisyenleri grubu mekanın ortasında sanatlarını icra etmekteyken boynum bükük, hevesim kursakta tutsak, 1 YeTaLe harcayamadan tırıs tırıs geri döndüm. Bence gitmeyin :p

25 Aralık 2009

Beware of the Politzei!

Deryik yazmış, ben de paylaşmadan edemeyeceğim. İstanbul Barosu'nun polisin kimlik sorması ile ilgili yazısından bir kuple:

2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun “durdurma ve kimlik sorma” kenar başlıklı 4/A maddesi uyarınca polis ancak bir suç ve kabahatin işlenmesini önlemek, suç işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek, hakkında yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek, kişilerin hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek amacıyla, makul bir sebebin bulunması halinde durdurma yetkisini kullanabilir. Süreklilik arz edecek fiili durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi yapılamaz. Durdurulan kişiye durdurma sebebi bildirilmeli, nazik davranılmalıdır. Kişilere polis olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra kimlik sorabilir.
Kanunda böyle yazıyor. Kanunda yazan haklarını kullanmak isteyen avukatların başına gelenler de aynı yazıda mevcut. Liseyi zar zor bitirebilmiş, boş gezenin boş kalfası, bir baltaya sap olamamış her işsizi sikko bir sınav ve eğitimle polis yapmaya devam ederlerse, iddia ediyorum çok büyük bir kısmımız polis zaiyatı olup gideceğiz. Çocukken bir tehlikeyle karşılaştığımda polise danışmamızı tembihlerlerdi, şimdi çocuğum olsa ona polis gördü mü uzaklaşmasını öğütlerim. Ülkenin eğitimi, sağlık sistemi ve güvenliği iktidar partisinin masturbasyon alanları olduğundan bu hızlı değişim beni hiç şaşırtmıyor gerçi.

Hayatımda polis denen mahluklarla çok az münasebetim oldu. İlkinde eve hırsız girdikten sonra ifade almaya gelen polisin duvarlardaki Scarface posterlerine uzun uzun bakıp "Resimlerdeki şahıs kim?" sorusuna maruz kalmıştım. İkincisi aynı hırsızlık vakasıyla ilgili evrakları teslim etmeye gittiğim karakoldaki orospu evladı polisin sözlü tacizi ve bağırıp çağırarak orayı terketmem şeklinde oldu. Üçüncüsünde Hacıhüsrev civarında arabayı durdurup bizi dışarı çıkararak arama yapmaya çalışanlara sorduğum ne arıyorsunuz sorusuna cevaben yüzüme bile bakılmadan "Suç unsuru"nu aldım. Dördüncüsünde Dolapdere taraflarında bulunduğum taksiyi durdurup kimliğimi isteyen polisten Rus hayat kadınlarını topladıkları için GBT yaptıkları iltifatını aldım. Beşincisinde, Taksim meydandaki heykel çevresindeki demirlere oturmamam için uyarıp yasak olduğunu söyleyen polise "Nerede yazıyor bu yasak? Hangi kanunda geçiyor?" itirazımla polisin topuklamasıyla son buldu. Altıncısında 4 kişilik bir çekirdek aile olarak yürüdüğümüz Avcılar sokaklarında hepimize birden kimlik soran 2 kafadara ısrarla bunun sebebini sorduğumda aldığım "Tamam sen gösterme" cevabıydı.

Neyine güveneyim, neyine sempati duyayım ben bunların? Literatürde bizi koruması gerekenden geliyorsa asıl tehdit, cebimizdeki göz yaşartıcı spreye mi güvenelim? Bende o spreylerden bile yok ki püüü!

Nietzsche de Ağlar

"Ümit mi? Ümit en son kötülüktür!
...Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içine sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus'un arzusunun, insanların, kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır."

24 Aralık 2009

Paklava

İmam Çağdaş'tan gelen öküz gibi fıstıklı baklavamı yerken gönül rahatlığıyla şunu söyleyebilirim:
Tanrı Satış ekibini ve onları sürekli seyahate gitmek zorunda bırakan düzeni korusun!

Siportifik Alice

Spora başladım ey ahali!
Yağ ölçümümün yapıldığı 1 gün önce tartı 52,4'ü gösterirken sporun ilk günü sonunda 51,7 olmuş bile. 700 gram suyum uçtu gitti. (d=1 olduğundan aynı zamanda 0,7 lt. yani günlük su ihtiyacımın yaklaşık %35'i) Spora geliş amacımız sorulduğunda "kilo kaybetmek" değil, "Pink kası yapmak" diyen bir insan için beklenmedik bir gelişme. 20 kiloluk ağırlığı kaldıran bacaklarım değil de 7,5 kiloyu çeken kol arkam ağrıyor. (Kanadım olsa çıkacağı yer olur ya omurganın iki tarafında, hah orası) Neremiz sağlam neremiz fos çıktı meydane. Spinning salonuna göz ucuyla her bakışımda ensemden soğuk soğuk terler dökülüyor. İşkencenin o türlüsüne hazır olduğumuza ne zaman karar verecekler sevgili eğitmenlerimiz bakalım.

Başlık tee 2004'lerden gelsin. İstiklal'de bacağımda kotum, ayağımda elbette ki o yaş gençlerinin üniforması olan Converse'im; yanımdaki topuklu ayakkabılı kokoş bir arkadaşımla yürürken yediğimiz bir kuple laf:
-Sağdaki da iyi de, soldaki daha güzel, böyle daha siportifik olmuş.

Sanat

Hani bazen insan bir şeyi çok iyi bilir de bilmemezden gelir ya, işte o zaman tecahül-i arif oluyor. O da bir sanat. O da bir beceri. Ve sanatçı kendi erirken çevresini aydınlatan bir mum.

22 Aralık 2009

Kayıp Aranıyor

Ezel nerde huleyynn??!!!
Bir pazartesimiz vardı, o da gitti!! Naledolsun.

21 Aralık 2009

Yeniyılyeniyılyeniyılyeniyıl bizlere kutlu olsun

Yurtdışarı IT'cilerin blogger'ı en zararlı sitelerin başında görmesi sebebiyle mail2blogger günlerimize geri dönüyoruz efenim.
Bu durumun yazı sıklığımdaki etkisini zaman içinde göreceğiz.
O değil de birşey soracağıdım, bu sene yılbaşı planı yapmakta bu kadar üşengeç davranan, bu kadar ağırdan alan, bu kadar hevessiz olan bir ben olmadığıma göre, biz büyüdük ve sıkıcılaştı mı dünya?

20 Aralık 2009

Horr

Pazar sabahı saat 07:18. Hala ayaktayım.
Önümüzdeki 23 saat 42 dakikaya 2 günlük uyku sığdırmak zorundayım. İşte tam böyle anlarda yaşamak eziyet geliyor yemin ediyorum. İnsan hiçbir şey karşısında uykusuzlukta olduğu kadar aciz kalmıyor. En pis örnek sabah 9'da finalin varken gece 2'de çalışmaya başladığın için 6 gibi gelen pis, yapışkan, akıl çekici uyku atağı mesela.
O değil de ben normalde yastığa kafayı koyar koymaz uyuyan bir insandım, insanlara bunu söylemezdim pek çünkü millet gıcık oluyordu bu konuda bu kadar rahat olmama. Kına yakın heh, sizin gibi oldum ben de.

19 Aralık 2009

Used to used to used to

18 Aralık 2009

Pek Renkli Bir Kişiliğim

Sevgilisinden ayrılan kız tribinin son basamağı olan kuaför ziyaretini de halletmiş bulunuyorum. Bundan kelli La Santa Roja değil La Santa Platin Sarısı'yım. Zavallı saçcağızlarım benim bu renk skalası sörfüme ne zaman dayanamaz hale gelip pılı pırtıyı toplayıp terk-i diyar edecekler meraktayım.
Bir de bakır, kızıl, siyah, patlıcan moru gibi yıllarca kullandığım nispeten iddialı renkler için birşey diyemeyeceğim de sarı başka bir dünya sanırım. Öyle ki;
Her kadın sarıyı tadacaktır.

17 Aralık 2009

Aşk Meşk Konularında Cinsi Farklılıklara Dayanan Bakış Açısı Değişikliklerine Yakından bir Bakış

Başından uyarayım, uzun bir yazı olacak gibime geliyor zira ne zamandır kafamda evirip çevirdiklerimi, kız muhabbetlerinde dertleşirken anlatılan hikayelerden çıkardıklarımı, başıma gelenleri, gözlemlediklerimi toparlayınca böyle bir yazı yazmak elzem oldu.
Konumuz, elbette ki bu aralar bana beyin mıcıklaması yaşatan kadın-erkek ilişkileri. Daha doğrusu bu ilişkilere tarafların bakış açılarının farklılıkları.


Söylemekten beis duymuyorum ki yaş oldu 27. Çevremdeki insanlar da aşağı yukarı benim akranlarım olduğundan eşşek kadar insanlarız sonuçta. Bu eşşek kadar insanların da çoğunluğunun 3 yılı aşkın bir süredir devam eden ilişkileri bulunuyor. Bu 3+ yıllık ilişkilerin çat diye bir anda bittiğini duymaksa işten bile değil. Bu bitme sebeplerinin %90'ının "erkeğin sıkılması", "ilişki içinde bulunduğu kadını sevmesine rağmen dışarıda bunca kadın varken her gün aynı yemeği yemek istememesi", ya da daha açıkça belirtmek gerekirse "mümkün olduğunca çok kadın götürmek istemesi" olması bir tesadüf olmasa gerek.
Kadınlar, istinaların kaideyi bozmaması kuralını hatırlatarak devam ediyorum, uzun bir süredir var olan ilişkilerini dışarıdaki cillop gibi erkeklere kaymak adına tehlikeye atmazken erkekler bırakın tehlikeye atmayı, ilişkisini çat diye bitirme yoluna başvuruyor sıklıkla. Tabii bu, nispeten daha şerefli olanlarının yediği nane. Şerrefsiz diye hitap ettiğimiz kesim ise evleneceği kadını elinin altından ayırmadan, "Evli değiliz birşey değiliz" beyanatıyla birlikte, semeri yüzük parmağına takmadan ne kadar kadını yatağından geçirebilirse yanına kar saymakta. Beyanat, gerçekleri yansıtmak zorunda değil elbet. Beyanatın yanlışa düştüğü nokta ise bu hovardalığın sadece evlenene kadar süreceği kısmı. Zira bu şerrefsiz tipler evliliklerinin ilk birkaç yılında uslu durabilseler de sonrasında huylu huyundan vazgeçmez geleneğini bozmayarak bu sefer de ne kadar kadının yatağından geçerlerse kar saymaya başlamakta.


Evlilik kısmını evlerden ırak tutup 3+ yıllık ilişkilere dönelim. "İlk elini tuttuğum kızla evlenmek istemiyorum.", "Dışarıda bunca insan varken sen benim için gerçekten doğru insan mısın, bilmiyorum.", "Çok uzun zaman oldu, aramızdaki şey sevgi mi alışkanlık mı bilmiyorum.", "İlişki yaşamak bana göre değil, bundan sonra bağlılık istemiyorum." gibi kendilerine çook mantıklı gelen cümlelerle uzatmalı sevgililerinden ayrılan erkekler, ayrılığın ilk gecesinde biraz efkarlanıp kankalarıyla rakı ya da diğer keyif verici maddeler sofrasına akarken aynı kankalar, çok mümkün ki arada kendileri de sebeplenme hevesiyle, ikinci geceden itibaren ortamlara akışı teşvik ve tertip ederler. Kıtlıktan çıkmış misali karşısına çıkan her dişi sineğe sokmaya çalışan bu uzun ilişki maduru nispeten şerefli erkekler, sanmayınız ki arkadaşının kız arkadaşının arkadaşına; sosyomat, facebook, blogger, msn ve deviantart'tan bulduğu garibim saftiriklere ve ortam orospularına; sakin sakin çayını içen öğrenci kızımıza ağzından salyalar akarak yazılırken; kafasını dağıtmak için arkadaşlarıyla dışarı çıkıp bir köşede somurtan eski sevgililerini akıllarının ucuna getireceklerdir. İşte dananın kuyruğu asıl bu noktada kopmakta!
Kırmızı köşede biten bir ilişki ardından gözünün feri kaçan, hayata küsen, rengi uçan hanım kızımız; mavi köşede ise skor telaşına düşmüş nispeten şerefli, nispeten şerrefsiz oğlanımız.
Elbette köşelerini karıştıran oyuncular da olacaktır, ya da boks bana göre spor bile değil şekerim diyip bu aşamaya hiiç gelmeyen aslan kaplanlar. Fekat genel durum ahanda tam olarak budur.
Dananın kuyruğu nasıl kopuyor, uzatma diyorsanız eğer, tamam uzatmıyorum hayret birşey derim. Taze taze okkalı bir kazık yiyip onu çıkarmaya çalışan bir hatun olarak kırmızı köşenin antrenörü olmam beklenir belki, ama Sezar'ın hakkını Sezar'a vermesini de bilirim. Sebep, suçlu, bok yiyen ne/kim olursa olsun gelinen durum bu ringse;
Sana söylüyorum mızmız karı, herif gitmiş o kuku benim, bu meme de benim, hepsi beniim diye gününü gün ederken, sen gerizekalı mısın ağlayıp sızlanıp duruyorsun artık elin adamı olmuş zat'ın peşinden? Ne diye hayata küsersin salak ve malak gibi?! Adam artık senin olmadığına göre yorgan gitmiş, kavga bitmiş! Neyin yasını tutuyorsun a be moron?!


Ahanda işte tam bu noktada erkek ırkının davranışına hak vermekteyim. O veya bu şekilde biten şeylerin peşinden kadınlar kadar kendilerini hırpalamaktansa hayatlarına devam etmeyi başardıkları için asıl yapılması gerekeni yapan ırk olarak taçlandırıyorum onları. İlişkiyi bitiren ister kendileri, ister karşı taraf olsun; muhtemelen en fazla birkaç günlük bir sıkıntının ardından yine kaldıkları yerden devam edebiliyorlar yaşamlarına. Bu kadar büyütülecek, bu kadar kendini üzecek/hırpalayacak birşey olmadığı konusunda pek çoğu hemfikir kalıyorlar. Karşılarındaki hayatı kendine zindan eden, ağlamaktan kör kalan kadınları algılayamıyor, onlara "Bu kadar üzülecek birşey yok" saçmalıklarıyla teselli oluyorlar. Bu davranış şeklinin kökenine indiğimizde ilişki denen şeye kadın ve erkeğin verdiği önemin ve anlamın arasındaki dağlar kadar büyük farkın yattığını belirtip minik bir haberle bu yazıyı noktalamak isterim.

Elin gavur memleketinde bir ailenin içinde bulunduğu otomobil kaza yapar ve göle uçar. Ailenin babası arabadan çıkmayı başarır fakat anne ve 10 yaşlarındaki oğlu araçta sıkışmış kalmıştır. Babanın sadece bir kişiyi kurtaracak zamanı vardır ve korkunç bir ikilemin ortasında kalır.
Acar Türk muhabiri Eminönü tarafları olduğunu tahmin ettiğim bir coğrafyada dolaşıp tip tip, tipetip kadın ve erkeklere bu durumda onların ne yapacaklarını sorar. Gelen cevaplardan bazıları:

Erkek : Çocuk benim çocuğum, kadın el kızı, çocuğu kurtarırdım elbet.
Kadın : Yaşına bağlı, çok yaşlıysa kocam oğlumu kurtarırdım ama gençse kocamı.
Erkek : Çocuk Allah'ın bir lütfu, onu kurtarmak gerekir, başka kadın alırsın.
Kadın : Eşimi kurtarırım, başka çocuklarımız da olur elbet.

Ha, gavur deyip geçtiğimiz adam karısını kurtarmış. Bilmem yeterince açıklayıcı oldum mu?

Progressive Gece Şiirleri Vol.2

23 gün daha dayansaydık beybi
4.yılı deviriyor olacağıdık geçen gün yani
Şu an devirdiğimse anca süt şişeleri
O film de Jim Carrey'in en sikko filmiydi hani

Kollu portakal sıkacağına konmuş gibi yürecik
İyice sıkıyorum ki ölsün bitsin acımasın artık
Ne kanlı canlıymış bitemedi bu aşkın ızdırabı
Müsebbibi çocukken zorla içirildiğim köy pekmezleri olmalı

Bakma böyle taşşak geçtiğime halimle
Bu da bendeki acıyla baş etme yöntemi
Zeki olduğumu cümle alem biliyor da
Akıllı olduğum konusunda hep şüphelerimiz vardı zati

Varlığın da yokluğunla birdi sanki
Şimdi ne diye böyle ağlayıp zırlamam ki
Sana tek bir bedduam kaldi
Ettiğini birebir bul e mi

16 Aralık 2009

Platonia

Sabah koştur koştur servise yetişmeye çalışırken yolun kenarında bekleyen geleceği çok parlak bir lise öğrencisi evlatçık gördüm. Heroes'taki Sylar'a benziyordu bebe. Yeni nesil de iyi geliyor düşünceleri bir an zihnimden geçerken 5-6 adım gerisinde, duvara yaslanmış, her tarafından yeni büyüyenlerin çıkıp elektriklendiği saçlarını örmüş, bok rengi "gocuk" tabir ettiğimiz annelerin 5 yıl daha giysin diye kocaman aldığı kabarık paltosuyla bu yakışıklı elemanı izleyen silik, sönük kızcağızı görünce...
ÜZÜLDÜM LEN KIZIN HALİNE!
Empati kuracağımı mı sanmıştınız :)) O kadar hassas, düşünceli hatunum ama bununla ben bile empati kuramam :p
Bu da benim ota bota üzülmeme bir örnek olsun.

Dank

4 yılın ardından mutlu bir şekilde hayatına devam etmek 1 ayı bile bulmuyorsa, ya ortada ciddi bir hafıza kaybı söz konusudur ya da son 4 yılın her bir anı yalan olsa gerek.
Dün akşam farkettim bir anda. İnci'nin sevdiceği olan adam ölmüş, o artık başka birilerinin sevdiğiymiş. Onun sevdiceği İnci'yi öldürmenin de zamanı çoktaan gelmiş. Gerizekalılığının cezası olarak bol acılı bir ölüm seçtim ona, ama süründürmesiz. Bir onu yapmaya kıyamadım, ona bir ben kıyamadım.
Sonra boğazı seyrettim, güneş yeni doğuyordu. İçim ısındı. Her sabah her sabah ne güzelliklere tanık oluyoruz da kendi içimizden kafamızı kaldırıp bakmıyoruz diye klişe yaptım. Anti-klişe timi henüz uykudaymış.

14 Aralık 2009

Yaa ya

Oğluum sadakatle başlayan herşey ihanetle bitermiş!
Büyüksün Ramiz Dayı.

10 Aralık 2009

I ♥ Genel Müdür

Genel Müdür'ün Katalin'e yazdığı ve cc'sinde benim de olduğum mail metnidir:

Katalin,

I am very much uncomfortable about your style. Please don't write this kind of mails to me and my team.
First be sure/clear that what you want, what you asked for. Then make your comments.

Regards.

Katalin,

Stilinden çok rahatsızım. Lütfen bana ve ekibime bu tarz postalar atma.
Öncelikle ne istediğin konusunda emin ve açık ol. Daha sonra yorumlarda bulun.

Saygılar.

Ama arkadaşlar iyidir...

İnsanın en iyi anlaştığı, en sık görüştüğü, oturup 2 lafın belini en rahat kırabildiği insanlar; aynı dili konuşan, benzer şeylerden zevk alan insanlar oluyor.

Bunlar da benden size kıyak olsun. Hamili linkler yakinimdir.

Okur yazar
Oynakbeyi
Farkettim
Süt Kutusu
KimmidoLL
Black Yogurt

Öyle girip anında çıkmayın, azcık zaman geçirin, ayar geliyor sonra :p

Re: Mail

Şirket dahilindeki en gudik kategorinin direktörü olan, bir bok beceremediği için ürün lansman tarihlerini sürekli erteleyen, toplantılarda söz aldığında herkesin öfleyip pöflediği gerizekalı ve dişi bir Gargamel'e benzeyen Macar kadın Katalin, anlamadığı bir konu üzerine bilmemkaçıncı mailindeki bir emir cümlesini 18 fontla, bold ve kırmızı yazınca cevap olarak hazırladığım ve taslağa kaydettiğim mailin bir kopyasıdır:

Dear Katalin,

I am known to be a patient woman but finally I am also fed up with our idiocy. Unfortunately, I have more important things to do than struggling to make you understand some basic facts. The Category you are trying to deal with is making less than 1% of Turkey's total sales but you are wasting more than 50% of my time at work. Please go back to elemantary school to learn substraction and division and do not disturb me again with calculation demands. I was also planning to recommend you some private schools for the people with learning difficulties but I'm not sure you have potential enough to be accepted. For sure, I can write in bigger fonts and brighter colors but I know that people with mental problems like you, can have attacks with some spesific visuals. I certainly would not want that, carrying a burden like this. At the end, you are a living creature also.
On the other hand, I want to thank you about ruining my prejudice about Hungarian lady being beautiful. By the help of your 5-inch-long nose, I am now more of an unbiassed person.
Also, you can cc this e-mail not also to Alistair like you did in your previous one but also to everyone you want. I am doing it also.

Regards.

Sevgili Katalin,

Sabırlı bir kadın olarak bilinirim fakat senin idiotluğundan sonunda bıktım. Ne yazık ki, senin bazı temel gerçekleri algılamanı sağlamaya çalışmaktan daha önemli işlerim var. Yürütmeye çalıştığın Kategori, toplam Türkiye satışlarının %1'ini bile kapsamazken işte geçirdiğim zamanın %50'sinden fazlasını harcıyorsun. Lütfen ilkokula geri dönerek çıkarma ve bölme işlemlerini öğren ve beni bu salak hesaplamalar için daha fazla rahatsız etme. Ayrıca sana, senin gibi öğrenme bozukluğu olan insanlar için özel olarak açılan okulları tavsiye etmeyi planlıyordum fakat potansiyelinin bu okullara kabul edilecek düzeyde olduğundan emin değilim. Emin ol ki yazarken senin kullandığından daha büyük yazı karakterleri ve daha parlak renkler kullanabilirim fakat senin gibi zihinsel sorunlar yaşayan insanlarda bunların krizlere yol açabileceğini biliyorum, böyle bir yükün altına girmek istemem. Eninde sonunda, sen de yaşayan bir yaratıksın.
Öte yandan, sana Macar kadınlarının güzel oldukları konusundaki önyargımı yıktığın için teşekkür etmek istiyorum. 5 inç boyundaki burnun sayesinde artık daha önyargısız bir insanım.
Ayrıca bu maili, bir önceki mailinde yaptığın gibi Alistair'a da diğer istediğin herkese de gönderebilirsin. Ben de öyle yapıyorum.

Saygılar.

Bu mail Sayısal ya da Süper Loto çıktığı, veya yeni bir iş bulduğum an adres defterimdeki herkese gönderilecektir.

Gün boyu popo popo diye şarkı söyleyen bir hatunum

Şu aralar en çok dilime dolanan, en yapışkan, en "catchy" reklam cingılı:

Takıl sen kafana göre,
Can Bebe popona göre.

Sevimli de birşey, kızamıyorum ki!

Arabiye

09.12.2009 @ Hürriyet:

100 milyon dolarlık bütçeden pay alacak, Türkiye'yi bir ‘Arap ülkesi' gibi tanıtacak

2010'da Türkiye'nin 100 milyon dolarlık bütçeye sahip tanıtım ve reklam kampanyalarını yürütecek ajanslar açıklandı. BAE, Pakistan, S. Arabistan, Mısır, İran ve Suriye'deki kampanyaları sürdürecek Medium Rare/Inbar Konsorsiyumu'nun Yönetici Direktörü Haitham Hidmi, “Türkiye'nin promosyonunu yapmak çok kolay. Türkiye'yi ‘Modern bir Arap ülkesi' olarak görüyoruz” dedi.

Daha biz de yırtınalım; Türkiye'yi yanlış tanıyorlar, biz sarıklı cüppeli değiliz, buraya gelmekten korkmasınlar bla bla bla! Allah belanı versin Kültür Bakanlığı. Billboardlara koyarsınız da Sümeyye ablaları, Hayretullah Abileri.

9 Aralık 2009

Meyil

2 haftadan sonra dün ilk defa oturduğum ofis bilgisayarımda beni karşılayan 150 yeni maili 26'ya indirebildim.
Gavurların bugün yazıp, "deadline yarın saat 17:30'a kadardır" diye talepte bulunmalarına ifrit oluyorum. Her işimi bırakıcam senin kıçı kırık pazar araştırmanla ilgilenicem, bak yaa! Şu 26'yı da bitireyim de ben de birkaç yere yazıp artıya geçeyim, cevap beklemenin dayanılmaz hafifliğini tadayım bari.

2 Aralık 2009

CO

Bir alttaki skindirik yazının bu bloğun son girişi olma ihtimali hiç de düşük değilmiş sevgili okuyanlarım. Beni tanıyanlardan biri, bir iki gün sonra, haberi telefonumu açan annemden alınca, son yazıya yorum olarak "Alice artık bizlerle değil, Allah rahmet eylesin" yazabilirmiş az daha. Son bir enerjiyle banyonun kapısını açıp anneme seslenemeseymişim mesela, bir varmış Alice bir yokmuş olacakmış. 13 yıldır kullanılan ve bir problem çıkarmayan anneanne şofbeninin borusunun çatlamak ve bütün dumanla karbonmonoksiti banyonun içine salmak için benim banyoya girmemi beklemesi, bunca zamandır beklediğim Sayısal'ın da yakında vuracağını garantileyen bir şans göstergesi değil midir? Başım dönüp midem aniden bulanmaya başladığı için kapıyı açıp anneme seslendiğimi hatırlıyorum, ona elimi uzattığımı, sonrası yok.
Düşmüşüm oraya. Kuyruk sokumu kemiği kırılmış dedi Etlik SSK Hastanesi. Düşerken burkulan bileğimde ve kapının köşesine vurduğum için açılan ve şişen alnıma pek önem vermediler. Sonra Bayındır Hastanesi bir daha baktı röntgene, kırılmamış ama iyi ezilmiş, bir müddet acısını çekeceksin dedi Angara sarısı saçlı kadın doktor. "Ama geçer bu, kırılsa da önemli değil, böyle zehirlenerek ölen o kadar çok insan geldi ki elime, sen çok ucuz atlatmışsın." dedi. Şofben zehirlenmelerinde "Ya Hep Ya Hiç" olur dedi, "Ya hiç zehirlenmezsin, ya da zehirlenip ölür gidersin.". Azrail bu sefer popoya tekmeyi koymakla yetindi sanırım.
Bir de canımı sıktığım şeylere bak. Ulan ömrümün son 3 yılı bir herif için/yüzünden üzülüp ağlayarak geçti, görüp göreceğim o oluyordu az daha! Çok klişe farkındayım ama bu böyle, bu ikinci bir şans ve bunu aynı şekilde oto boka canımı sıkarak geçirmeye hiiç niyetim yok.

So tell the boys that Alice is back in town.