30 Mart 2008

Değişiklik

Saatlerin 1 saat geri alınmasına bayılırken ileri alınmasına uyuz oluyorum. Uykumu çalıyorlar!
Keşke sürekli geri alınsa, hayatımız boyunca gündüz yaşayıp gece uyumak sıkıcı olmaya başladı zaten.

Arıza

Sinir krizi kötü bir şey.
Siz siz olun girmeyin.
Çok kompleks ve ortalığı daha da karıştırıcı cümleler tapır tapır dökülüyor insanın ağzından.
Yıkmak kurmaktan her zaman için daha kolay olmuştur zaten.

29 Mart 2008

W00t!

Evimizin libidosu tavan yapmış durumda. Benim kara oğlum Üzüm, 6.ayının içinde olmanın verdiği coşku ve "Allahım bana neler oluyor böyle?Kendimi bi tuhaf hissediyorum" hissiyatıyla 1,5 yaşındaki diğer erkek (ama kısır) kedimiz olan Tic-tac'ı düdüklemeye kalkmış. Öbür salağın da kıçını kaldırmaya hali yok zaten, peluş kedi, ne olup bittiğini bile anlamamıştır muhtemelen. Ya o da akıllandı, ya da Üzüm geçit bulamadı ki bir daha böyle bir girişimle karşılaşmadık. Sabahın şu saatlerinde biri bana kıçını yaslamış şekilde diğeri ayaklarımın dibinde sere serpe uyurken ne ara bu kadar büyüdüler diye düşünürken yakaladım kendimi. Tipik ebeveyn düşüncesi! Sanırım 40 yaşında 40 kedili kadınları anlamayabileceğim azcık daha zorlasam.

Kedi hikayeleri bitmeezz!

28 Mart 2008

Hissiyatlıyım

Çok üzücü olaylar yaşayacağım hissi hakim yaklaşık 1 haftadır. Eşeğin aklına karpuz kabuğu getirip kötü kaderi çağırmamak adına kafamdan ve kalbimden kışkışlamaya çalışıyorum bu sıkıntıyı, ama olmuyor. Dağıtamadım bir türlü kara bulutları. Don Kişot gibi yeldeğirmenlerine saldırmadan önce sıkıntının kaynağına çözebilmek adına da hiçbir şey yapmadan bekliyorum. Umarım hüsnü kuruntudur bu da, fekat ne yazık ki 6.hissi fena kuvvetli bir hatunum. Eğer ki böyle bir şey gerçekleşirse, bir müddet blog filan gözüm görmeyeceği için yeni eklemeler yapamayacağım. Ben şimdiden söyleyim de...

26 Mart 2008

Çalış köpeekk!!

Okulu en çok tatil zamanı özlediğimi farkettim.
Şimdi Spring Break dört nala yaklaşırken milletin Antalya'ya gidip 1 hafta azacağını, kim kiminle ne yapmış tadında ortalığı karıştıracağını, içip içip saçmalayacağını, dağıtacağını düşündükçe gıcık oluyorum. Gavurun Paskalya'sında tatil yapmak eskiden ne kadar saçma gelirse şimdi o kadar hayati gereklilik gözümde. Çok çalışan bir milletiz ki tatile hasretiz. Gerçi devlet büyüklerimiz her daim dünyadaki en çok tatil yapılan ülkenin Türkiye olduğunu, daha çok çalışmamız daha çok üretmemiz gerektiğini söyler dururlar. Böyle zamanlarda kendimi İngiliz sömürgesi bir Hintli gibi hissediyorum. Çalış çalış ve birilerini daha da zengin et!
Baya baya geçenlerde bir yazı okumuştum, ülkemizdeki sözde tatil bolluğu üzerine. Orda yazana göre hiç de devlet büyüklerimizin dediği gibi bol bol tatil yapmıyormuşuz, hatta dünyanın diğer köşelerinden verilen birkaç örnekle de bu sav destekleniyordu. Buna göre insanlar Hollanda'da yılda 52 gün resmi tatil yapıyorlarmış. Bir yıl 52 haftadan oluştuğuna göre, ve ortada 52 gün ekstra tatil olduğuna göre bu adamların haftaiçi 4 gün demektir! Başka örnekler de bunları birebir yaşamış insanlarda; Yunanistan vatandaşı bir Türk, Atina'da saat 7-14 arası çalıştıklarını, öğle yemeği molası olmadığını, 2'de de herkesin paydos ettiğini anlatmıştı. Keza İtalya ile çalışırken bütün işlerimizi Temmuz'da bitirmek durumundaydık, çünkü Ağustos dedi mi fabrikayı kapatıp gidiyordu adamlar tatile. Fransa'da 2 saatlik öğle molaları vardı, cafelerde şarap ve sohbet eşliğinde yenen. Yani...
Yani biz tembel değiliz ey halkım! Çok çalışıyoruz aksine! Çok çalıştırıyorlar bizi! Köle gibiyiz yemin ediyorum! Kalk çalış ye iç uyu! Yabana kaçasım geldi bak gene.

24 Mart 2008

3 Sizden 3 Bizden

Haftasonu haberi ne televizyonda izler, ne de internette okurum genel olarak. Dünyadan kopuk, film ve dizi aleminde, kafa güzel, vücut dingin, sevdicek elinin altında, bol bol tıkınma ve kıkırdama ile geçen bir zaman dilimidir benim için bu 2,5 gün. (Cuma akşamını da haftasonundan saymak elzemdir) Lakin bu haftasonu hangi kanalı açsam karşıma çıkan, hangi siteye göz atsam gözüme giren bir konu vardı; Ergenekon davasındaki gözaltılar.
Şahsen Ergenekon benim için bir destan, ya da olsa olsa evime giderken üzerinde birkaç metre yürüdüğüm bir caddeden ibaret-ti. Şu an biliyorum ki "AKP hükümetini devirmek ve askerleri bir darbe yapmaya teşvik etmek için" kurulan bir çete imiş. Öyle diyorlar. Bu çeteyi çökertmek için başlatılan soruşturmayla beraber Cumhuriyet gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu ve İP Lideri Doğu Perinçek'in gözaltına alınması haberleri bomba gibi düştü medyaya. Çok politik bir yazı yazmak değil niyetim, lakin kafamı gıcık gıcık dürten birkaç noktaya da değinmeden edemeyeceğim.

80 küsür yaşında, Cumhuriyet gazetesi gibi maddiden çok manevi değeri olan bir gazetenin en önemli isimlerinden birinin evine saat gece 4:30'da baskın yapılmış. Adam kalkmış kapıyı açmış bunlara, mutfağa buyur etmiş, çay demleyip ikram etmiş, 7:30 gibi de merkeze gitmişler. E be polis, madem 7:30'da da gelinebiliyordu merkeze, manyak mısın sen saat 4'te milletin kapısına dayanıyorsun? "Manyak mısın polis misin" diye bir laf var ya, hah ondan işte. Sonra Kemal Alemdaroğlu. Şu gel-git hafızamla dahi ben bu adamı türbanın üniversiteye girmesine en çok karşı çıkanlardan biri olarak hatırlıyorum. Bir de Doğu Perinçek var ki, kendüsü hakkında yorum yapmayacağımdır.

Bu ünlü üçlüden İlhan Selçuk ve Kemal Alemdaroğlu sorgularının ardından çıkarıldıkları mahkemede yurt dışına çıkış yasağıyla birlikte serbest bırakılmışlar, sadece Doğu Perinçek tutuklanıp cezaevine gönderilmiş. Böyle bir sonuç çıkacağı zaten en baştan belliydi, lakin ortada dönenlerin çirkinliği ve korkunçluğu "Bakın sizin kalenize girip adamı alırız içeriye de gıkınız çıkamaz" tadındaki gösteride değil, bana çok daha eski ve kötü zamanları anımsatan "3 sizden 3 bizden" mantığında. Siz AKP'ye kapatma davası mı açarsınız, hah o zaman buyrun biz de sizinkileri suçluymuş gibi lanse eder hapislerde çürütürüz. Siz Erdoğan, Gül ve Arınç'a siyaset yasağı mı istersiniz? O zaman biz de Selçuk, Alemdaroğlu ve Perinçek'i içeri alırız. Siz Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'yu mu asarsınız? O zaman biz de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan'ı sallandıralım da görün gününüzü...

Tehlikeli sularda yüzen bir grup bıyıklı...

20 Mart 2008

Doğum & Ölüm & Doğum & Ölüm & ...

Müdürüm geçen cuma doğum iznine ayrıldı, Salı günü de bir kız bebek dünyaya getirmiş. Henüz hastaneye bebek ziyaretine gidememişken dün öğlen de babasının öldüğü haberi geldi şirkete. Bir gün arayla yıllar sonra gelen bir bebeğin mutluluğu ve yıllar sonra giden bir babanın hüznü... Klişeye giriyor belki ama insan gene de durup bir "Hayata bak be" demeden edemiyor.

Kendisini pek sevdiğimi söyleyemem, ilişkimiz profesyonel anlamda. Kendisi istedi böylesini, belki üzerimizde otorite kuramayacağından korktuğundan, belki ileride kendisine tehdit olabileceğimizi düşündüğünden, belki ego tatmini ihtiyacından, belki d hepsi, e hiçbiri. Yine de her gün 9,5 saat gördüğünüz bu insanlar zamanla hayatınızın en önemli yerlerine oturuyor. Düşünsenize ana babanızdan, hatta sevdiceğinizden daha fazla yüz yüzesiniz her gün. Sevmek de gerekmiyor bu insanları, sadece karşılıklı saygı gerek. Bu hatunda saygı da yok sevgi de bize karşı ya da varsa bile bize gösteremeyecek kadar derinde saklıyor. Yine de bu, yaşadığı karmaşaya üzülmeme engel teşkil etmedi, edemedi. Fazla mı insalcılım bilemedim ki?
Çok daraldığımda ya da bir kayıp haberi aldığımda aklıma takılan düşünceler geldi çöreklendi yine dün ofise dönerken. Bu arada da uyudum, cenazeden sonra bir ağırlık çökermiş insanların üstüne o yüzden uyumuş olabilirmişim, öyle dediler. Dedim ki kendi kendime, ne için uğraşıyorsun sen Allah aşkına? Az sonra bir kaza geçirseniz ve ölsen, hep isteyip ertelediğin bunca şey için pişman olmayacak mısın? Neden interraille 1,5 ay dolaşmadım Avrupa'yı demeyecek misin? Ya da neden gidip bir Harley'e binip saçlarını rüzgarda savura savura gecenin bir körü Boğaz'ı arşınlamadın? Hep hayalini kurduğun bir sabah kalkıp telefonu kapatıp geri yatmak suretiyle işinden ayrılma planını uygulamadın? Saçlarını turkuaza boyatıp gözlerine yılan gözü lensi takmadın? Neden tam tekmil ekipmanları kuşanıp bir zirveyi zorlamadın? Hayatında hiç tüple daldın mı sen? Deli olduğun adamla sikindirik bir tatile bile gidemedin! Parlayan herşeye düşkün bir aslan olarak o aklını alan pırlantalardan birini takabildin mi gerdanına? Çatıya, kiremitlerin üstüne çıkıp ayın altında içecektiniz hani? Güney meydanda battaniyelere sarılıp sabahlamadınız da daha, değil mi? 4,5 aydır eve elektrikçi bile getiremedin, sen neden bahsediyorsun?? Ertele daha ertele herşeyi. Para da değil ki bahanen, süslen püslen gir bir kuyumcuya dene o kolyelerden birini. Hiç motorlu arkadaşın mı yok, bir gün çağır, atla arkasına, turla dur. Tatile Bahama'lara gitme de haftasonu Ağva'ya kaç 2 günlüğüne. Yok işte bahanen, sırf tembellik, sırf boşvermişlik, sırf sonsuza kadar yaşayacağın hissi. Ama sana bir sır vereyim Wonderland'den buraya düşmüş kalmış aklı 5 karış havada Alice, kızıl bir azize olsan da ölümsüz değilsin. Maalesef...

18 Mart 2008

Peak-a-boo!

Her sabah servis beklediğim yerde, benimkinden yaklaşık 5 dakika sonra gelen kocaman servislerini bekleyen bir grup genç insanla karşılaşıyorum. Tiplerine bakarsanız öğrenci denir direk, fekat hepsi işe gidiyor. Burdan bir çıkarım yaparak Call Center ya da bilişim sektöründe bir işyeri diyebilirim. Neyse işte, bu insanlar her sabah beni inceliyor, ben de onları tek tek inceliyorum. Neden yapıyorlar bunu bilmiyorum, çok ilginç geliyorsam gel yanıma "Necisin?" de, "Ne ayaksın?" de, hatta "İn misin cin misin?" de. İlk zamanlar bir yerim mi açıkta diye huzursuz olurken şimdilerde ben de karşı taarruz geliştirdim ayakkabıdan tırnaktaki ojelere, sakala bıyığa kadar dönüp dönüp bakıyorum. Biraz zaman daha veriyorum onlara, pek yakında gidip "Böö!" diyeceğim.

14 Mart 2008

Bee Story

Biz Türkler zeki bir milletiz, ama akıllı olduğumuz söylenemez. Sabah sabah çok zihni sinir bir düşünceye maruz kaldım, sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim.
İstanbul Milli Eğitim Müdürü, okullardaki uyuşturucu kullanımını azaltmak, hatta yok etmek için durmuş durmuş, düşünmüş taşınmış, Türk'ün aklının en hızlı çalıştığı yerlerde çökerek derin hülyalara dalmış, yememiş içmemiş Zihni Sinir'e dudak uçuklatacak bir projenin mimarlığını üstlenmiş.

Malzemeler:
Bir torba Ecstasy
5 gr eroin
100 gr esrar
10 gr kokain
100 adet arı

Şimdi efenim arılar alınır 4 gruba ayrılır. Bu grupların her birine farklı bir uyuşturucu madde zerk edilir, hayvanlar müptela yapılır. Her yerde mal arayan ve bu uğurda kendilerini bile satmaktan geri durmayan arılar, bağımlısı oldukları uyuşturucu maddeyi kullanan bebeleri kokularından tanır ve gider üzerlerine konar. (Temenni bu, deniyorlarmış konacak mı diye) Böylece arkada pusuda bekleyen ekipler arılı çocuğu anında enseler. Temiz okul, temiz dünya elde edilir. Bu deneyde kullanılan arıların hiçbiri henüz ölmemiştir.

Şimdi, bu özgün bir fikir değil sayın devlet büyüğüm, kimi kandırıyorsun sen? Havaalanlarında uyuşturucu bulmada kullanılan gariban müptela polis köpeği fikrini alıp arılara uygulamışsın. Arı insan vücuduna konmayan tek hayvanmış; at, eşek, dana, zürafa, martı, kartal, hipopotam, pelikan gibi hayvanlar insana kondukları için bu insanlık tarihini değiştirecek projede kendilerine yer bulamamışlar. Hayvanlar üzerinde deney yapmak için Etik Kurul'dan izin almak gerektiği hatırlatıldığında Devlet Büyüğümüzün verdiği beyanat çok bilimsel:

“Ben böyle bir çalışma yapıyorum. Yaptıktan sonra onlara bildireceğiz. Bir arı üzerinde yapılacak olan bir şey. Bu benim çalışmam. Arı benim. Arının ömrü ne kadar. Düşüncemi ortaya koyduktan sonra bilimsel olarak ne yapılması gerekiyorsa onları yapacağım. Şu anda bir araştırma içindeyiz.”

Kendi arılarını feda ederek insanlık yararına heba eden büyüğümüzün "Peki, bu maddeleri nereden buluyorsunuz efendim?" şeklindeki cin soruya cevabı ise takdire şayan:

“Piyasada olmayan bir şey değil ki. İstediği zaman bulunur. O da yekûn teşkil edecek bir şey değil. Ufak bir parça bize yeter. Bulunacak yerleri sen de benim kadar biliyorsun.”

Adam torbacıları geziyor bizim için, hala bik bik bik. Hayret bişey!

Haberin devamı için buraya dıklayabilirsiniz.

13 Mart 2008

Ben...

Hep bir şeyleri bekleyerek yaşıyorum. Sanki yarın bir gün bir beyaz atlı prens gelecek ve kolumdan tutup beni bu hayattan kurtaracak gibi. Ya da bu cumartesi sayısalı tek başına bilip 1,5 trilyonu cebe atıp tüyücem. YTL'ye alışamamandan da belli geçmişe özlem içerisindeyim her daim. İmkanım olsa ana rahmine geri dönüp bütün gün ense yapıcam, o derece. Anne olmayı komik bulurken bebekleri sevimli görmeye başladım ki bu yaşlandığımı gösteriyor. Henüz bir yerim sarkmadı ya da kırışmadım ama cuma akşamları dışarı çıktığımda eve uyuyarak döner oldum. 3 yıl öncesine kadar gündüz uyuyup gece oturan bir insan olarak çalışma hayatına adapte de olamadım. Her sabah kalkmak zorunda olmak, havayı beğenmeyince okulu asan biri için çok zorlayıcı. Zaten her zaman tembel biri oldum, zeki ama tembellerden. Gece 2'de çalışmaya başlar, 6'ya kadar özetleri okur 9'da finale girerdim. Okulu 4 yılda bitirdim ama şimdiki aklım olsa 14 yıla çıkarabilirdim. Master yapmak istiyorum ama aynı anda çalışmıyım ve okulda ödevle sınav olmasın istiyorum. Güney meydanda çimlerde yayarak mühendislik öğrencilerinin nefret yüklü bakışlarına maruz kalmaya bile razıyım. İşletme bitirdim, okul boyunca "Mezun olunca nereyi işleteceksin?" geyiğine maruz kalsam da akıl sağlığımı çok yitirmedim. Hayatım boyunca işletecek hiçbir şeyim olmadı, işletilen hep ben oldum. Biraz safım, ama iyi anlamda. Herkesten kötülük bekleyen psikopatları hiç sevmedim, onlar da beni naif ve içten pazarlıklı buldular. Despotum, süper saçlarım ve lider kişiliğimle tipik bir aslan kadınıyım. Burçlardan anlamam, bir tek en süper burç olan aslanı bilirim, zira 4 kişilik çekirdek ailemin 3'ü aslan. Küçükken hayallerim vardı; ilkokuldayken çocuk doktoru olacaktım, ortaokulda bilgisayar mühendisi, lisede "Parra parra parra" diyerek tembelliğimin de etkisiyle "İşletme!" dedim. Oysa hep isterdim, dünyanın her yerinde yapılabilecek bir işim, bir zanaatim olsun da çekip Paraguay'a bile gidebileyim. Marangozlara çok özenmişimdir bu yüzden, ama Hıristiyan değilim. Annem Edebiyat öğretmeni olduğundan imla kurallarına ekseriyetle dikkat ederim, son zamanların geyiği bağlaç olan de'yi ki'yi ayrı yazmayanlara uyuz olurum. Çok uyuz olduğum bir diğer şey de yaprak sarmasına dolma denmesidir. Doldurulan şeye dolma denir ki buna örnek olarak kabak dolması, biber dolması vs. verilebilir. Çok acayip yemek yaparım, hatta ilk öğrendiğim yemek pilavdır ki bilirsiniz pilav yapmak öyle her babayiğidin harcı değildir. Annem hep bir arkadaşını örnek verir yemek konusunda; kadın gecenin 3'ünde uyanıyor ve canı baklava istiyor. Hamile filan değil, pisboğazlık ha. Kalkıyor baklavayı yapıp şerbetini döküp yiyor ve geri yatıyor. Böyle kendine bakacaksın işte der annem. Bu arada bu hikayeyi daha önce yazdığım hissiyatına kapıldım ve eğer daha önce yazdığımda saat 3 değil 4 yazdıysam bu yalancı olduğumdan değil balık hafızalı olduğumdandır. İsim hafızam rezalettir, ama foto hafızamın eline su dökmek pek mümkün değildir. Fotoğraf çekerim kendi çapımda, fakat maymun iştahlı olduğum için 2 hafta çeker sonra makineyi bir kenara atıp başka bir aktiviteye dalarım. Zamanında harçlıklarımdan biriktirerek aldığım bir Canon AE1-P makinem var. Dijitale karşıyım, 1500 tane poz çek içlerinden biri illa iyi olur diye düşünüyorum. Bir şipşak makinem var, yanımdan pek eksik etmem ama o başka mevzu. Maymun iştahlılığımdan çok muzdaribim. Çocukluğum boyunca piyano, flüt, gitar ve mızıka çaldım fakat şu an elime bir blok flüt verseniz Daha Dün Annemizin'den başka bir şey çalabileceğimi sanmıyorum. 1,5 yıl İspanyolca dersi aldım şu an kurabildiğim yegane cümle "Te quiero una cerveza por favor". Ama yararlı bir cümle, kabul edin. Birayı hiç sevmem, İstanbul'a geldiğim ilk yıllarda evde bir şişe alıp içme denemeleri yapardım çünkü saat öğlen 1'de Nezivade'de bir grup bira içen insanın arasındaki tek votkacı olmak garip duruyordu. Yıllar geçti, ben biraya alıştım ama hala severek içmem. Hatta yanımda biri içiyorsa genelde yenisini açtırmam otlakçılık yaparım. Sigara konusunda ise otlakçılığa tahammül edemem. Çirkin bir şey. Yalancılık ve kandırıkçılık da çok çirkin şeyler. Yalandan korkmam yılandan korktuğum kadar. Zaten yurtta kalırken bir su yılanım vardı, odadaki herkesin ödü patlarken ben elime alır oynardım. Freud'çu biri gelse "Azmışsın yavrum sen" diyebilirdi fakat durum bu değildi. Soğuk ve sırf kastan oluşmuş, kuyruğundan tuttuğunuzda bile yukarı kalkabilecek kadar güçlü bir yaratık. Hmm müstehcen bir ima var gibi oldu ya neyse. Sonra ginepig besledim gene yurtta. Eve çıkınca bir kedi aldım, sonra tavşanım oldu, şimdi evde 2 tane kedimiz var. 40 yaşında 40 tane kedim olacak. Batman'de de en sevdiğim karakter Kedi Kadın idi. Batmancilik oyunlarımızda hep Kedi Kadın olur, allem eder kallem eder Batman'i ağıma düşürür ve kazanan olurdum. Despotluk doğuştanmış demek ki. Ama çok da uysalımdır sevdiğime karşı. Böyle yumuşak başlı, sevimli, itaatkar. Bir de sivri dilli. Çok pis laf sokarım. Bazen ben bile hayret ederim "Oha ne dedim" diye. Sözlerime maruz kalan kişiyi takmıyorsam hiç dert değil, ama taktığım biriyse çok yavşak olurum kendimi affettirene kadar. Tatlı bir şey olduğum için çabuk affederler ama. Bir de megalomanım. "Hakkında" kısmı için 2 cümle yazmaya başlayıp sonunda 1200 karakteri biraz geçtiğimi farketmemle kaptırıp yazmaya devam etmem ve bunu bir blog entrysine dönüştürüp birazdan da gözünüze gözünüze sokacak olmam da bu yüzden. Ama insanın kendini bilmesi iyidir...

Psycho

İşten kaçmak için ara ara bloglarda alçaktan uçuş yapıyorum. Bir blogdan, ona yorum yapan başka birinin bloğuna, ordan takip listesindeki başkalarına. Çok güzel yazıyor bu insanlar yahu! Bazen kahkaha atıyorum, bazen dertleniyorum, çoğu zaman kıskanıyorum felan fıstık. Es keza benim bloğuma denk gelen insanlar da yararlansın diye ben de takip listeme ekliyorum. İşte aklıma takılan konu burada ortaya çıkıyor:
Ben sapıklık mı yapmış oluyorum şimdi?
Kırk yıllık kanko oldukları belli insanların arasına dalıp yorum yazıyorum, takip listeme ekleyip zırt pırt ziyaret ediyorum, anahtar deliğinden gözleyip köşelerden takip ediyorum.
Aynen bu şekilde bloğunu dürttüğüm ve bu kim ola ki diyerek buraya gelmiş olabilecek kimselere bir mesajım var. Ben hakkaten manyak değilim. Valla değilim. Sadece paranoyak olabilirim o kadar. Di mi Rıza??

10 Mart 2008

Sabah Sabah SS

Sabah servise yürüme sürem, son zamanlardaki müziksel deneylerimle daha da kısalsa da, pek çok gözlem ve zihni sinir düşünceye gebe. Bereketli zamanlar kısaca..
  • Bugün yolu kadife sesli bağyan şarkıcı Dido eşliğinde katettim. Süre Amy'ninkine yaklaştı. Ya dinlediğim de başarılı bir şarkıydı ya da ben herhangi bir müziğe kendini kaptırıp hızlı yürüyen gaz bir kişiliğim.
  • Sokaktaki çöplerin arasında boş bir 1 lt'lik Coca Cola Zero şişesi gördüm. O rezil şeyi alan, hatta içen insanlar varmış. Cık cık cık...
  • Sabahları karşılaştığım bir adam var sokağın başında. Alelade biri diyebiliriz, elinde tasmalarını tuttuğu 4 ila 7 arasında değişen cins köpeği saymazsak. Abimiz bu kuçukuçuları Nişantaşı'ndaki evlerinden alıyor ve yürüyüş yaptırmak için getto gibi gördüğü Pangaltı'na getiriyor. Bütün sokak pok içinde. Bu sabah bir tanesi de ishal olmuş Allah kahretsin. Yağmur yağdığında yağmurluk ve ayakkabı giydirmesini biliyorsun hayvanına, bir ishal ilacı veremedin mi pis Nişantaşlı?! Sinirliyim.
  • Mahalle kültürünü çok seviyorum. Her sabah bakkal amca (Bu bakkal amca kavramıyla ilgili çok saçma bir geçmişim de var, bilahere değinirim) ne iş yapıyorsa durup bana "Günaydın" diyor, öyle devam ediyor kaldığı yerden. Güne cici bir başlangıç!
  • Kıvırcık, simsiyah ve mor perçemli saçlarımla ilk defa kamusal alana çıktım. İlk gelen bakışlar "Anam" kıvamında. İç güzellik bahane dikkat çekmek şahane.
  • Sabahları taksi durağını arayıp "Taksi yok" yanıtını aldıktan sonra durakta 3 taksinin boş beklediğini görünce çevrede yeni bir taksi durağı arayışına başlamak gerek.
  • Saat 10'da Genel Müdür'le toplantımız var. Bizi de bilahere istemiş, dün gece "Belki beni çok beğenir de giderken İngiltere'deki ofise transfer eder" diye hayal kurdum. Çek çıkar beni bu hayattan Kevin'im aslanım.
  • Devlet babanın cebi boşalmış, sokak aydınlatmaları için konut başına 1,25 YTL vergi alınması planlanıyormuş. Pardon da, bizim verdiğimiz vergiler bize yol, su, elektrik olarak dönmeyecek miydi? Yolu şaşırıp direk babanın ceplerine mi girmiş bu paralar? Ver ver nereye kadar ak?! Yakında sizin sokağa asfalt döktük, sökülün paraları diyecekler.
  • Emekli ve özürlülerin sahip olduğu 1 evden Emlak Vergisi alınlıyormuş son 28 yıldır. Yeni düzenlemeye göre bunlardan da Emlak Vergisi alınacakmış. El insaf...
  • Boşbakanımız "Üreyin, en az 3 çocuk yapın!" demiş. Kendine mücahit yetiştirtiyor adam. "Bereketi birlikte gelir" demiş. Onların bereketlerinin nereden geldiği belli. Neler oluyor anlamakta zorlanıyorum artık. Felaket tellallığı filan da değil, görünen köy kılavuz istememeye başladı. Endişeliyim yahu.

Sonra servis beklediğim yere geldim. Beni de fazla bekletmedi sağolsun, hemen geldi. "Nihat'la Maksimum Curcuna"yı dinleye dinleye geldik.Tavsiye ederim şiddetle kendüsünü.

8 Mart 2008

Grrr

-"Bir insan cumartesi sabah 10'da uyanıyorsa evdeki hayvanatlar temiz bir sopayı haketmiş demektir."

Kızılderili atasözü





7 Mart 2008

Back to Black

Sabahları servise yetişebilmek adına mp3 playerıma güçlü bassları ve hızlı temposu olan şarkılar attım. En başarılı sonuç Amy Winehouse - Back to Black'le yakalandı. Normalde 8-9 dakikada yürüdüğüm yolu, adımlarımı ritme uydurarak 4,5 dakika gibi bir sürede tamamlıyorum. Yalnız sözlerine dikkat etmemek ve şarkıya kendini kaptırmamak lazım, sabah sabah iç burkulması yaşamayalım aaa. Kadın rakı masasında saç baş dağınık, simsiyah göz makyajı akmış, bir koluna kafasını dayamış diğer elinde bardağı, gözleri yarı kapalı bir halde ağıt yakıyor resmen. Ha üzerinde siyah kabarık etekli ve göğüs kenarları dantelli, dekolteli bir elbise var ve yıl 1960 küsür. Sesine aldanıp siyahi bir koca memeli kadın da beklemeyin ha, son derece beyaz ve İngiliz bir hatunla karşı karşıyayız.
Sözlerine şimdi dikkat edebiliriz ama pazartesi sabahı unutmuş olma şartımız var. (Çocuklar okumasın ayıpçı sözler var diyerek Parental Advisory uyarımı da yaparım):

"Back To Black"

He left no time to regret
Kept his dick wet
With his same old safe bet
Me and my head high
And my tears dry
Get on without my guy
You went back to what you knew
So far removed from all that we went through
And I tread a troubled track
My odds are stacked
I'll go back to black

We only said good-bye with words
I died a hundred times
You go back to her
And I go back to.....

I go back to us

I love you much
It's not enough
You love blow and I love puff
And life is like a pipe
And I'm a tiny penny rolling up the walls inside
We only said goodbye with words
I died a hundred times
You go back to her
And I go back to
Black, black, black, black, black, black, black,
I go back to
I go back to

We only said good-bye with words
I died a hundred times
You go back to her
And I go back to
We only said good-bye with words
I died a hundred times
You go back to her
And I go back to black

5 Mart 2008

Girls of the Playboy Mansion


Digiturk'te E!Entertainment diye bir kanal var. "Girls of Playboy Mansion" diye bir program yayınlıyorlar. Playboy patronu Hugh Hefner ve 3 kız arkadaşının maceraları.



1.Adamın haremi var. Herkes Arabistan'daki haremlere laf atarken Allahın Amerikanyalısının haremi televizyonda.
2.Kızların memelerini, kukularını blur yapıyorlar. Şimdi bu programın anlamı ne? Meme kuku görmek isteyen adama da hitap etmiyor, sıradan bir program izlemek isteyen zapçıya da.
3.Kızların hepsi ağızlarını kocaman açıp "Ihı ıhı ıhı" diye gülüyorlar. Playboy kızı olmanın kuralı mı bu acaba?
4.Alt tarafı bir doğumgünü partisi düzenleyen platin saçlı hatuna neden Dünya Bankası başkanı gibi ciddi ciddi karşılaştığı sorunları anlattırıyorlar, o da "Çok zorluklar yaşadım, ama organizasyon yeteneğim sayesinde hepsini aştım" gibi mülakat tarzı bir demeç veriyor çözemedim.
5.Yarabbim ne anlamsız bişiy bu?!
6.İtiraf: Adında Playboy geçen birşeyin paralı olmayan bir kanalda görünmesiyle "Bu ne ola ki" merakım uyandı. Sihirli bir tabir sanırım bu "playboy".
7.Bu kızlar güzel değil ki?! Şimdi, güzele güzel derim. Örnek veriyorum; Angelina Jolie, Adriana Lima, Rihanna, Tyra Banks... Ama bunlar gü-zel de-ğil! Ayrıca Paris Hilton da güzel değil. Sana diyom huu, senin dötüne kaş göz çizsek bile daha güzel olur valla bak.
8.Ahuahuah şimdi de kızlardan biriyle Hugh'un yıldönümleri için diğer sevgililer parti düzenliyorlar. "Bu garip görünebilir ama ben geldiğimde onlar birlikteydiler" diye bir açıklama yaptı bir düğer platin saçlı hatun. Kuma psikolojisi bu olsa gerek.
9.Şaka maka ben izliyorum bu programı galiba.Kapatıp yatmalı, zira yarın toplantıda bana bunları sormayacaklar :p
10.Son birşey. Adam çok yaşlı, cami de gitmiş minare de. O kadar 20'lik hatunla nasıl baş edebilir ki? Televizyonda gördüğünüz herşeye inanmayın.

rerere

camı açıp "en büyük fener" diye bağıran bir üst komşum var(mış). aidat toplamaya geldiğinde mırıl mırıl konuşan çekingen bir üniversite öğrencisi görünümündeydi. bu fener adamın içine şeytan sokuyor anladığım kadarıyla. hayır ben de holigandım zamanında, böyle şeyler yaptım mı hiç? en fazla sahaya su şişesi filan atardık, superdorm altındaki televizyon odasında maç sırasında kavga çıkınca arbededen istifade millete bir iki dirsek o kadar... holiganlığın da bir adabı var aaa

ayrıca en büyük cimbom.nokta.