Apolitik olmak benim seçimim değildi. Bu durumu sürdürüp sürdürmemek benim elimdeydi ama.
Üniversite hayatı boyunca her an koşmaya hazır olması gerektiğinden pantolon ve spor ayakkabı giymek zorunda kalan bir anneyle kaldığı yurt 2 kere basılıp içerideki herkes taranan bir babanın ilk kızıyım ben. 80'ler çocuğuyum ayrıca, aklım ermeye başladığında tanıdığım ilk politikacı Turgut Özal, izlediğim kanal TRT Gap. Politik bilinç? O da nesi?!
Ortaokulda başladı arkadaşlarımdaki ilk kımıldanmalar. Kimisi mahalledeki Abi'lerinin peşinden boynuzlarını tokuşturarak selamlaşmaya başladı, kimisi o zaman kim olduğu henüz bilinmeyen yeni tayin olmuş Din hocasıyla dersten sonra sohbetlere katıldı, kimisi emekçi babalarının peşinden proletaryanın çilesini anlatmaya başladı. Bizim evde politik kitaplar vitrinin tepesindeydi, ulaşabileceğimden çok daha yüksekte. Benim boyum seviyesinde Ana Britanica'lar vardı, Temel Larousse'lar ve Türkçe-Edebiyat öğretmeni olan annemin yaşıma uygun gördüğü klasikler. Liseye geçtiğimde politik görüşler iyice ağır basmaya başlamıştı çevremde. Anadolu Lisesi olduğu için düz liselere göre kısmen daha az ilgilenilse de siyasetle, gruplaşmalar, okul çıkışı beklemeler, dayaklar sıklıkla rastlanıyordu. Küçük bir ilçede büyüdüm ben, gelir seviyesi yüksek bir lojman kentinde. Babaların fabrikadaki statülerine göre çocuklarının yaftalandığı bir liman şehri. Delikanlılık da olsa serde, babası müdür olana dokunamazdı işçi çocuğu mesela. Dokunanların babaları ofise çağrılıp azarlanıp aba altından sopa gösterilip gönderilirdi çünkü. Ne bokum bir siyasi görüş yaşayışı bu diye düşünürdüm. Hiçbirine bulaşmadım. Kendi kendime fikirlerim vardı elbet, şimdi düşününce çok da mantıklıymışım diyorum çünkü çoğu fikir hala baki. Sosyalizme inanılmaz sempati duyardım mesela, ama işin içinde insan faktörü olduğu için komünizmi hoş bir rüyadan fazlası olarak düşünmedim. Nasyonel sosyalizm değildi benim sempatimi çeken ama, sadece herkesin gerçek anlamda eşit olduğu naif düşüncesiydi. Ama bütün insanlar eşitken bazıları daha eşitti.
Dile getirmedim bunları pek. Annem liseye giderken onu istemeye gelenlere dedemin cevabı "Önce hocaya, sonra kocaya" olmuş. Benimki de "Önce hocaya sonra politikaya" gibi birşeydi. Üniversite sınavı diye bir bela vardı başımda ya zaten, onu sorgulayarak zaman kaybetmektense ÖSS'ye bir dişli olmayı seçtim. İlk tercihime girdim, millet hasetinden 3 yıl sonra bile sevgilisiyle yatakteyken "İnci nasıl girdi oraya yaa?!" diye sayıklıyormuş.
İyi güzel de, girmişsin Boğaziçi'ne, hemi de en eşek bağlanası bölümüne, boğaz dibinde, çimler ayaklarının altında, ne siyasetinden bahsediyorsun gülüm?? Sosyete kantini diye bir kantini olan bir okuldan bahsediyoruz. Orta Kantin'de parka bile olmayan montlarıyla oturup tavla oynayan abiler mi benim naif hayalimin temsilcileri Allahasen? Kardeş Türküler mi eşitlik çağrısı yapan, 10 şarkısından 0,5'i Türkçe iken? Okula polis girdiğinde "Hayırdır inşallah?" tepkisi veren bir güruhtu okul arkadaşlarım. Okulda katıldığımız bir gösteriyi anlatayım da gülün bir tarafınızla:
Business Research Methods dersimizin adı. O kadar sıkıcıydı ki kalmıştım ben bundan zaten. Dışarıdan gelen yaşlı ve mıymıy bir hoca, kitaptakileri okuyor aynen. (Boğaziçi'nin akademik eğitiyle ilgili de bir yazı yazmalı aslında, bilahere) Dışarıda bir hareketlilik peydah oldu. Munzur Çayı'na yapılacak barajı protesto ediyorlar ellerinde birkaç döviz ile. Hocaya "Biz de gösteriye katılabilir miyiz?" dedik. (Hocadan gösteri için izin alma!!!) "Tabii." dedi, çıktık hep beraber. Önce hoca arkada biz, BTS'nin çevresinden dönüp sınıfa geri girdik. (Toplam 100+100=200 metre filan) Derse devam ettik. BTS'nin güzelim taş duvarına slogan yazmışlar, onu da kınadık.
Çimlerde yata yata, stajdan staja, sunumdan sunuma, projeden projeye atlaya atlaya mezun olduk sonra. Diğerleri gibi Temmuz'da işe başlamadım, gittim gezdim tozdum sürttüm tonla serserilik yaptım, gelip Ocak'ta işe başladım. İlk maaşım 22 yıllık öğretmen olan annemin maaşından daha yüksekti.
Benim bir derdim de kendimle işte. Sosyalizmi sevip pamuklara sarmalayan ama kapitalist olarak yetiştirilip ona göre yaşayan bir modern genç kadınım ben. 3 tane kredi kartım var. İhtiyaç diyerek bir ailenin bir ay geçinmeye çalıştığı parayı icabında bir günde harcıyorum :p Bazen de diyorum, sen bu okula ve bu bölüme neden gelmiştin in the first place? "Kolay kolay okuyup çok para kazanayım diye." değil mi Samuray? İnsanın kendine bile dürüst olamaması ne acı.
Üniversite hayatı boyunca her an koşmaya hazır olması gerektiğinden pantolon ve spor ayakkabı giymek zorunda kalan bir anneyle kaldığı yurt 2 kere basılıp içerideki herkes taranan bir babanın ilk kızıyım ben. 80'ler çocuğuyum ayrıca, aklım ermeye başladığında tanıdığım ilk politikacı Turgut Özal, izlediğim kanal TRT Gap. Politik bilinç? O da nesi?!
Ortaokulda başladı arkadaşlarımdaki ilk kımıldanmalar. Kimisi mahalledeki Abi'lerinin peşinden boynuzlarını tokuşturarak selamlaşmaya başladı, kimisi o zaman kim olduğu henüz bilinmeyen yeni tayin olmuş Din hocasıyla dersten sonra sohbetlere katıldı, kimisi emekçi babalarının peşinden proletaryanın çilesini anlatmaya başladı. Bizim evde politik kitaplar vitrinin tepesindeydi, ulaşabileceğimden çok daha yüksekte. Benim boyum seviyesinde Ana Britanica'lar vardı, Temel Larousse'lar ve Türkçe-Edebiyat öğretmeni olan annemin yaşıma uygun gördüğü klasikler. Liseye geçtiğimde politik görüşler iyice ağır basmaya başlamıştı çevremde. Anadolu Lisesi olduğu için düz liselere göre kısmen daha az ilgilenilse de siyasetle, gruplaşmalar, okul çıkışı beklemeler, dayaklar sıklıkla rastlanıyordu. Küçük bir ilçede büyüdüm ben, gelir seviyesi yüksek bir lojman kentinde. Babaların fabrikadaki statülerine göre çocuklarının yaftalandığı bir liman şehri. Delikanlılık da olsa serde, babası müdür olana dokunamazdı işçi çocuğu mesela. Dokunanların babaları ofise çağrılıp azarlanıp aba altından sopa gösterilip gönderilirdi çünkü. Ne bokum bir siyasi görüş yaşayışı bu diye düşünürdüm. Hiçbirine bulaşmadım. Kendi kendime fikirlerim vardı elbet, şimdi düşününce çok da mantıklıymışım diyorum çünkü çoğu fikir hala baki. Sosyalizme inanılmaz sempati duyardım mesela, ama işin içinde insan faktörü olduğu için komünizmi hoş bir rüyadan fazlası olarak düşünmedim. Nasyonel sosyalizm değildi benim sempatimi çeken ama, sadece herkesin gerçek anlamda eşit olduğu naif düşüncesiydi. Ama bütün insanlar eşitken bazıları daha eşitti.
Dile getirmedim bunları pek. Annem liseye giderken onu istemeye gelenlere dedemin cevabı "Önce hocaya, sonra kocaya" olmuş. Benimki de "Önce hocaya sonra politikaya" gibi birşeydi. Üniversite sınavı diye bir bela vardı başımda ya zaten, onu sorgulayarak zaman kaybetmektense ÖSS'ye bir dişli olmayı seçtim. İlk tercihime girdim, millet hasetinden 3 yıl sonra bile sevgilisiyle yatakteyken "İnci nasıl girdi oraya yaa?!" diye sayıklıyormuş.
İyi güzel de, girmişsin Boğaziçi'ne, hemi de en eşek bağlanası bölümüne, boğaz dibinde, çimler ayaklarının altında, ne siyasetinden bahsediyorsun gülüm?? Sosyete kantini diye bir kantini olan bir okuldan bahsediyoruz. Orta Kantin'de parka bile olmayan montlarıyla oturup tavla oynayan abiler mi benim naif hayalimin temsilcileri Allahasen? Kardeş Türküler mi eşitlik çağrısı yapan, 10 şarkısından 0,5'i Türkçe iken? Okula polis girdiğinde "Hayırdır inşallah?" tepkisi veren bir güruhtu okul arkadaşlarım. Okulda katıldığımız bir gösteriyi anlatayım da gülün bir tarafınızla:
Business Research Methods dersimizin adı. O kadar sıkıcıydı ki kalmıştım ben bundan zaten. Dışarıdan gelen yaşlı ve mıymıy bir hoca, kitaptakileri okuyor aynen. (Boğaziçi'nin akademik eğitiyle ilgili de bir yazı yazmalı aslında, bilahere) Dışarıda bir hareketlilik peydah oldu. Munzur Çayı'na yapılacak barajı protesto ediyorlar ellerinde birkaç döviz ile. Hocaya "Biz de gösteriye katılabilir miyiz?" dedik. (Hocadan gösteri için izin alma!!!) "Tabii." dedi, çıktık hep beraber. Önce hoca arkada biz, BTS'nin çevresinden dönüp sınıfa geri girdik. (Toplam 100+100=200 metre filan) Derse devam ettik. BTS'nin güzelim taş duvarına slogan yazmışlar, onu da kınadık.
Çimlerde yata yata, stajdan staja, sunumdan sunuma, projeden projeye atlaya atlaya mezun olduk sonra. Diğerleri gibi Temmuz'da işe başlamadım, gittim gezdim tozdum sürttüm tonla serserilik yaptım, gelip Ocak'ta işe başladım. İlk maaşım 22 yıllık öğretmen olan annemin maaşından daha yüksekti.
Benim bir derdim de kendimle işte. Sosyalizmi sevip pamuklara sarmalayan ama kapitalist olarak yetiştirilip ona göre yaşayan bir modern genç kadınım ben. 3 tane kredi kartım var. İhtiyaç diyerek bir ailenin bir ay geçinmeye çalıştığı parayı icabında bir günde harcıyorum :p Bazen de diyorum, sen bu okula ve bu bölüme neden gelmiştin in the first place? "Kolay kolay okuyup çok para kazanayım diye." değil mi Samuray? İnsanın kendine bile dürüst olamaması ne acı.
3 yorum:
hepimiz boyle buyumedik mi? annelerimiz , babalarımız ne kadar cektiyse olan bitenden, bizi de bi o kadar uzak yetistirdiler herseye.hala arkasından gidebilecegim bir politika bicimi yoksa ortada, mutluyum ben apolitik halimle.
BTS olayına nasıl sinir olmuştum. Okulumuzdan olmayanlardı o duvara yazı yazanlar. Boğaziçili bir insan böyle bir hayvanlık yapmaz çünkü.
Yazılar silinmeye çalışıldı ama izleri kaldı. Hala içim acır yazı izlerini görünce. Yapılır mı o antik binaya bunlar ya? Şerefsizler!
bokbocesii ben mutlu değilim işte. kendime göre var işte düşüncelerim ama bazen kendi kendime karşı bile dürüst hissedemiyorum kendimi :(
dizi günlükleri, evet o izler beni de sinirlendiriyor her gördüğümde...
Yorum Gönder