30 Temmuz 2008

Hot


Yaz bebeği olmak sıcağı sevmek anlamına mı geliyordu, yoksa nefret etmek mi?
Havanın gavur şeysi gibi yandığı bu günlerde katiyen soğuk suyun altına girememem bu yüzden olabilir gibime geldi. Manyak gibi en fazla sıcağa yakın ılık suyun altına girip 10 dakka böyle ohhh durur mu insan? Naylon gibi sıcakta yumuşama özelliğim var sanırım...

28 Temmuz 2008

Son Dakika

Saat 21:50 sularında Güngören'de meydana gelen patlamanın ardından yaklaşık 10 dakika sonra ikinci bir patlama gerçekleşti. İnsanları ikinci patlamanın gerçekleşeceği bölgeye adeta yem atar gibi çeken ilk patlamanın ses bombası, asıl zararı veren ikinci bombanın ise plastik patlayıcı olduğu belirlendi. Şu anda 14 ölü, 15'i ağır olmak üzere 140 yaralı bulunuyor.
İlk patlamaya sebep olan ses bombasının beton bir çöp bidonuna yerleştirildiği, bu bidonun hemen yanında bir telefon kulübesi bulunduğu, ikinci bombanın patladığı bölgede de bir başka telefon kulübesi bulunduğu belirtildi. Bu yüzden bombaların telefonla patlatılan uzaktan kumandalı düzenekler olduğu söyleniyor.
Bu, 26 yıllık hayatımda duyduğum en iğrenç, en aşağılık, en üzücü ve en sinirlendirici olaylardan biri. Balık yemler gibi ilk bombayla yardım etmek isteyen insanları bir bölgeye çekmek ve hepsinin ortasında ikinci bombayı patlatmak... O kadar midem bulanıyor ki şu anda anlatamam. Sabaha kadar uyuyamayacağım. Mideme ağrılar girecek. Nefretle dolan kaşlarım çatılmaktan ağrıyacak.
"Küçük Amerika" diye geçinen Türkiye'min "Küçük 11 Eylül'ü" mü acaba bu? 14 canın hesabını Ergenekon'a mı kesecekler? "İnsanların böyle yoğun bulunduğu bölgelerde sivil polisler olmalı" isteğini NTV canlı yayında herkese duyuran vatandaşı bahane edip Polis Devleti'ne temel mi oluşturacaklar? Yoksa Korku Devleti projesinin bir kolu mu bu? Yarın iş çıkışı eve gelirken metroyu bomboş mu bulacağım? İnsanlar serin bir yaz akşamında ailecek yürüyüş yapıp çekirdek çitlemeyecek mi artık? Daha önce sivil halka bu tarz bir saldırı hatırlamadığım için PKK'ya atılacaksa suç, ondan da emin olamayacağım. Sanki PKK kendi başına hareket eden bir oluşummuş gibi, "Bütün suç onların" deseler, onlara bu emri veren Big Brother'ın bizim sevgili hükümetimizin kimbilir hangi projesini desteklemek için bunu yaptığını düşüneceğim. Ordunun bütçesi mi arttırılacak, daha fazla silah alabilmek için? Ya da polisin yetkisi mi abartılacak, "Telefonla patlatılmış bombalar bunlar, biz de telefonları dinleyebilmeliyiz" diyerek? Sokakta durdurulup üstümüzün aranabilmesine mi yol açacak bunlar? "Bombacının görüntüsü M.O.B.E.S.E kamerasına yakalanmış"la övünüp bütün sokakları kameralarla mı dolduracaklar ya da? Ne için yaptığınız bunu ha? Ne için insanlar bundan sonra bir patlama duyduğunda yardıma koşacaklarına evlerine sinecekler? Ne için öldürdünüz 14 insanı? Allah binbir türlü belanızı versin.
PS.Cumhurbaşkanımız çıkıp "Bu saldırıyı yapanları lanetliyorum" demiş. Büyücü müsün sen be?!
PS2. Bu olay yaşandığında sazlı, sözlü eğlence programlarını kesip "Son Dakika" haberlerini vermeye tenezzül etmeyen TRT1, Star, Atv ve Kanal D : Geberin hepiniz!!
PS3. Sabah sabah büyük gazetecilik olayıymış gibi kopan kolları bacakları, yerde yatan çocuk cesetlerini ana sayfaya taşıyan gazeteci müsvetteleri! Aferin, çok güzel işler başarıyorsunuz. Patlamalar lokaldi, korkunun ve paniğin bütün Türkiye'ye yayılmasına ne de güzel hizmet ediyorsunuz agucuk gugucuk

26 Temmuz 2008

İşimdeyim Gücümdeyim

Dün fotoğrafçılar ve dergi editörüyle birlikte çocuk çekimine gittim. Önce Ataköy'de 4 yaşındaki kız ikizler, sonra Şişli'de 1,5 yaşlarında çok tatlı bir erkek çocuğu çekildi.

Sonuçlar:

* 1,5 paket filan sigara içmişim.
* Belimde fıtık olduğundan şüphelendiğim bir ağrı peydah oldu.
* Karnım kocaman şişti, kendimi balon gibi hissediyorum.
* Rehabilite olup aklımdan bütün gün yaşananlar çıksın diye gidip Raffaello'nun Melekler tablosunun puzzleını aldım, dertsiz başıma dert!
* Başımın ağrısı geçsin diye 12 saat uyudum.
* Bebeler poz versin diye yaptığım şebekliklerden utancımdan bir müddet aynaya bakabileceğimi sanmıyorum.
* Çook zengin bir kocam olursa çocuk doğurmaya karar verdim; evde her çocuğa 1 adet yatılı bakıcı düşmeli.
* Olur da ikizlerim olursa onlara asla ve asla aynı kıyafetlerden almamaya karar verdim. Çok korkunçtu.
* Bundan sonra sadece 18 yaş üstü mankenlerin çekimlerine gidebilirim. Bünye başkasını kaldırmaz.
* Çocukları sevmedikçe onlar sizi seviyor. Pek sıkıştırmadığınız için yanınıza geliyorlar fln. İnsanın sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş zaten...

24 Temmuz 2008

Sucu Geldi Hanıımm

07.05.2003 - Yeni Şafak:

İstanbul'un su problemini İSKİ Genel Müdürü iken çözen DSİ Genel Müdürü Prof. Dr. Veysel Eroğlu, şehrin gelecekteki su sıkıntısının tek çözümü olarak gösterdiği Melen Projesi'ni de sonuçlandıracağını açıkladı. Önceki hükümet döneminde Japonya'dan kredi talebi girişiminde bulunulan proje için iki aşamada toplam 900 milyon dolar kredi temin edildi.

07.05.2007 - Radikal :

Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü, içme suyu barajlarındaki doluluk oranlarında geçen yıla göre düşüş olduğunu, İstanbul, Ankara ve Bursa'da içme suyu sıkıntısı bulunduğunu belirledi.

05.04.2008 - Sabah:

İstanbul Büyükşehir Belediye(İBB) Başkanı Kadir Topbaş, İstanbulluların tasarrufa devam ettiği sürece kentte bu yaz su kesintisi yaşanmayacağını belirtti.

27.06.2008 - CNN Türk:

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, barajlardaki doluluk oranının yüzde 34'lere gerilediğine işaret ederek, ''Tasarrufa devam edildiği müddetçe İstanbul'a su sıkıntısı yaşatmayacağız'' dedi.

07.07.2008 - İnternet Haber:

Başkan Kadir Topbaş, “Susuzluk her daim gündemde, dünyanın artık doğal kaynakları tükeniyor" dedi.

10.07.2008 - Referans:

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, İstanbul'un suyunun bitmek üzere olduğunu ve Melen Çayı'nda kuruma bulunduğunu belirten İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ı yalanladı. Bakan Eroğlu dün "Bu yaz su kesintisi falan olmayacak. Melen'de kuruma falan diye bir şey yok. İstanbul'da bir problem yok. Şu anda Terkos'ta yeteri kadar su var. Bunlar, vatandaşa, tasarruf etsin diye söyleniyor" dedi.

24.07.2008 - Saat 01:00 suları : 4.Levent - Levent arasında Kanyon AVM ve Metrocity AVM önlerinde 6 adet su tankeri. Her bir tankerde 2'şer görevli. Alışveriş merkezleri önündeki kaldırımları ve yolları basınçlı su ile yıkıyorlar. Louboutin ayakkabılar toz olmasın diye.
Süper bir milletiz.

22 Temmuz 2008

Bir Giden Daha



Suna Pekuysal'ı kaybettik.

Çocukluğumuzun tonton teyzelerinden biri daha gitti.

Allah rahmet eylesin.

21 Temmuz 2008

Açık Büfe

Bayrampaşa cezaevi Bakan Şahin’in “Bugün çağdışı bir infaz sistemini de terk ediyoruz” beyanatı ile boşaltıldı. Yapımı 12 yıl sürmüş, geçen 40 yılda adını efsanelere yazdırmış cezaevinin, meraklıların ilk ve son kez dolaşmasının ardından kapılarına kilit vuruldu. Herkes alkışladı, herkes zafer çığlıkları attı.


Şimdi benim merakla beklediğim çok değil 2-3 ay sonra buranın yıkıldıktan sonra ne inşaasına başlanacağı. Devasa bir alışveriş merkezi? Kocaman havuzlu gymli bir site? 6 yıldızlı bir Arap oteli? Çember Sakal Holdingler grubunun ana binası? Bekleyip görelim bakalım...

18 Temmuz 2008

Tesadüf

Yeterince boş beleş yatıp dinlendikten sonra mimimize dönme vakti...
Buzcevheri'ne gelen orjinal mim konusu “Hayatınızda tesadüflerin yeri nedir?” iken, kendisi işgüzarlık yapıp onu "Senin için en güzel tesadüf ne olurdu?"ya çevirmiş, öyle yollamış. (Bol bol CSI, NCIS izliyorum, çok pis iz sürerim) Ben modifiye sevmediğimden ilk haline göre bir öykü anlatacağım size.

Bir varmış bir yokmuş, ülkenin birinde gözleri ışıl ışıl parlayan, hayatı güzel sanan bir Esas Kız yaşarmış. Bu Esas Kız'ın çok sevdiği bir de erkeki varmış, göz göze diz diz yaşayıp gidiyorlarmış. Aşktan gözü kör olmuş musmutlu Esas Kız, bir gün durup dururken "Ayrılalım" lafını duymuş erkekinden telefonda. Anlam verememiş böyle pat diye olan ayrılığa, ama zorla da bir arada kalamazlarmış ya. 1 hafta sonra oturup konuşalım demiş erkeki, üzgün Esas Kız da kabul etmiş. O 1 hafta ona 1 ay gibi gelmiş tabii, en sonunda Cumartesi olup karşılıklı oturduklarında erkeki ona yeni biriyle tanıştığını, hatta bir önceki gün kızın onlarda olduğunu söylemiş. Esas Kız kahrolmuş tabii, çok da sinirlenmiş daha oturup konuşmadan, geçen hafta yattığı yerdeki sıcağı geçmeden bambaşka bir kokunun onun yerini almasına. Sonraki günler boyunca çok ağlamış Esas Kız, ruh gibi dolanmış ortalıkta, bol bol film izlemiş, eski arkadaşlarıyla görüşmeye başlamış tekrar. Bu eski arkadaşlardan biri internetten yeni bir kızla tanışmış, onun aklını çelmeye çalışmaktaymış. Gel zaman git zaman Esas Kız bayağı düzelmiş, eski hayatına geri dönmüş. Eski arkadaşlarıyla da görüşmeye devam ediyormuş. Sonra bir gün, arkadaşının internetten tanıştığı kızın adını öğrenmiş, yaşını, hangi okula gittiğini, bölümünü, derken fotoğrafını görmüş. Bu internet kevaşesi erkekiyle internetten tanışıp 3 günde bacaklarını ayıran hatun değil miymiş?!


Ahaha tesadüfe gel!! Düşünmüş
Esas Kız, ya onun çevresindeki erkeklerin listesi varmış bu rospikte ya da internette dolanan her pipiliye veriyormuş. Arkadaşı bunu öğrenince kıza bir oyun oynamayı önermiş, onu kendisine aşık edip maymun edecekmiş. Kısa zaman sonra kızın msn logları gelmeye başlamış Esas Kız'ımıza, arkadaşına nasıl yem attığını görüp "Çüş! Oha! Yuh!" diyebilmiş anca. Günler geçtikçe farketmiş ki Verengül'ü oyuna getirecek olan arkadaşı sebili görünce caymaya başlıyor, konuşmuş onla. Bakmış arkadaşın aklı çoktan kaymış alt bölgeye, ona da "Sie!" çekmiş, rahatlamış. Esas Kız'ımız da bir tesadüf ile hayatındaki ne kadar çok gereksiz şeyden kurtulduğuna şaşmış kalmış.

Yorumlarınızı dikkatli yapın ha :p

Mimi Rüştü gibi içeri alacaklara değil, Cech gibi kafayı gözü yarma pahasına tutacaklara atmak isterdim ama farkettim ki hepiniz tembelsiniz!! Yine de şansımı deneyeyim bakalım, buyrunuz;
Canselmo Bey, Lady Jade, Cem Bey.
Hadi beni şaşırtın :D

16 Temmuz 2008

Konser Girl

Çok uykum var ey ahali.

Pazar Massive Attack
Pazartesi Raul Midón
Salı The Nina Simone Tribute Concert

Kültürden, müzikten, elitizmden yoruldum yeminlen. Azcık kendime geleyim, Mimi'nin mimini (:D) yakalayacağım. Sizlere çok çarpıcı bir hikayem var. (Uuuu!)

Beni izlemeye devam edin. Iyk.

14 Temmuz 2008

Trip-hop sen çok yaşa!

Az sonra yapacağım şeye halk dilinde nispet deniyor.

Dün akşam Massive Attack konserindeydim efendim. Bu adamlar zaten tee ortaokul çağlarımda aklımı başımdan almış olduklarından ve 2003'te kendilerini izleme&dinleme olanağı bulamadığımdan kelli dört gözle beklediğim 13 Temmuz konseri, ciddi ciddi beklemeye değermiş!
Boy fukaralığından ötürü sahne showunu izlemek için sık sık parmak ucuna kalkmak, zıplamak, sevdiceğin kucağına tırmanmak gibi aksiyonlara girmiş olsam da görebildiğim bile bana yetti.
"Ne yazıyo, nee?" gibi 80'lik nene ısrarcılığıyla sahnede neler olup bittiğini sorarken bir ara "Oktay Kaynarca-Ebru Şallı-Demet Akalın-Derin Dekolte-Hande Yener-Benim her yerim güzel"lerin ekrandan kaydığını öğrendiğimde eşşek kadar bir platformlu ayakkabı giyip gitmediğime yanmadım değil. Ayrıca hermafrodit sesli eşşek herifi de kınamak istiyorum buradan. Angel'ı katleden moruk, adın da Horace Andy imiş, kendini Küçük Emrah mı sanıyosun sen?! Şeyimin arabeksçisi! O ne biçim a-ı-a-ı-a-ı diye eko yapmaca?! Sinir küpü oldum sayende yeminlen.

Yalnız dinleyici kitlesi oldukça ilginçti, Etiler ve Cadde sosyetik gençliğinin sırf ünlüler diye doluşmadığı herhangi bir konser kaldı mı zaten? Konserden sonra havuza dalan 2 deli! Sizin yüzünüzden öyle bir gerilmiş ki Güvenlik, bizim ayaklarımızı sokmamıza bile kızdılar(!)


Konuşma hakkı, susma hakkı, özgürlük, devrim gibi kavramlarla ilgili ünlü kişilerin sözleri ekrandan kayarken bunların da sadece showun bir parçası olduğunu bilmek alttan alta iğnelese de birşeylerin dile getirilmesi, hem de Türkçe olarak, güzeldi işte.
Son not : Sahnedeki ışık oyunlarını yapan arkadaşların adı "United Visual Artists". Kendileri alınlarından öpülesi. Yiring.

11 Temmuz 2008

Anahtar

Herkes google analytics kullanıyor ama benim eski takıntım Stat Counter. Baş harflerini büyük yazmamdan nasıl bir fanatik olduğumu anlayabilirsiniz sanırım :p Gezdiğim pek çok blogda rastladığım "Keyword Analysis" kısmı bizim milletteki internet kullanıcılarının ne kadar çaresiz, abaza ve yeniyetme olduğunu da gösteriyor. Buyrun bir de bu bloğa ne ararken düşmüşler onu inceleyelim:

* "playboy kızları" : E! kanalında yayınlanan "Girls of the Playboy Mansion" programı üzerine yazdığım inceleyici yazı sonucu buraya ulaşan arkadaşlar, üzgünüm Google'daki fotoğraflarından başka bir şey yok elimizde. Yazılarla ilgilenmediğinizi düşünürsek ararken "Görseller" kısmını kullanmanızı öneririm.
* "roja blind" : Kör gözüne kızıl'ın gibi bir şey sanırım. Bir de bunu arayan arkadaş 3-4 günde bir ısrarla arayıp bloğa geliyor. Ne arıyosun kuzum?
* "eski mutub" : Bu ne demek diye Google'da arattım; "Youtube mutub" şeklinde bir ikileme kullanımından başka bir sonuç çıkmadı. Bunu arayan arkadaş ya da arkadaşlar da düzenli olarak her gün deniyorlar şanslarını. Bir açıklayın rica ederim, nedir bu?
* "sayısal çıkınca" : Sana çıkmayacak, sırada ben varım. Boşuna ümitlenip plan yapma.
* "magnum bedava çubukları nasıl olmalıdır" : Bence yenebilir olmalıdır, çikolatadan. O tahta şeyin üzerinde çikolata bulaşıklarını yalamaya çalışırken tahta tadı almaktan bıktım. Yetkililer duyun sesimi.
* "hülya kocyigit hülyali geceler film", "hülyali geceler ve kara boa", "hülyalı geceler" : O filmdeki kişi Hülya Koçyiğit değil, tamam mı?! Kınalı Yapıncak öyle şeyler yapmaz. Montajın dik alası.
* "off ya cok bunaltıcı hersey" : Sensin o.
* "cocuklar icin en yararli meyve suyu" : Bence Portakal suyu, ama Nar suyu da antioksidanmış. Çilek suyu vermeyin de ne verirseniz verin.
* "dudağımın arasında beyaz bir pipetle" : Eee? Devam et çok güzel gidiyorsun.
* "despotluk ne demek" : Despotluk kişinin kendisine yakışanı giymesidir. (Aehuauh bunu da yazdım ya sonunda)
* "kedi boku bayram" : Bizimkilerin yaptıklarına isim koymadım, ama Bayram'dan ziyade Şitsettin daha uygun gibi.
* "alice in wonderland la santa roja" : Yes, that's me! Kimlik karmaşasının ortasındayım.

Bir de çok ayıpçı şeyler var; iyi ki bir Playboy Mansion yazısı yazdık, hedefi şaşırtmışız. Burda yok öyle içerik. Proxy ayarlarını yapmayı arasanız Google'da daha faydalı olacaktır.

9 Temmuz 2008

I'm a zebra in London

Çok hoş bir blogda dolaşırken gözüme takılan bir görüntüye dikkatinizi çekmek istiyorum:


Fotoğraf 1900-1920 yılları arasında İngiltere'de çekilmiş. Ve evet, yanlış görmüyorsunuz; arabayı çeken bir zebra. Sen git, Afrika'da her yeri sömürgeleştir, üstüne oranın düzlüklerinden vahşi zebraları al getir yağmurlu leş memleketine, tık karanlık ve iğrenç bir ahıra, sonra da o hayvancıkları arabaya bağla çektir kendini. Sömürge anlayışı bu kadar geniş kapsamlı adamların, işgal ettikleri yerlerdeki zenginlikleri, insanları, hayvanları, tarihi eserleri al; ülkene getir, dilediğin gibi harca.
Üzerinde güneş batmayan imparatorlukmuş, peh...

8 Temmuz 2008

Korku Devleti

Kuddusi Okkır.

Bu adamı ne tanırdım ne de bilirdim önceden. Fakat onun sayesinde ya da yüzünden şu anda kendimi küçücük, korunmasız ve kırılgan hissediyorum.

20 Haziran 2007 tarihinde Ergenekon çetesinin kasası olmakla suçlanarak evinde apar topar göz altına alınıyor Kuddisi Okkır. Televizyonda bu gözaltına alma görüntülerini izlediğimde pantalon askısı olan bu tombik yanaklı ve göbekli adamın yasadışı bir işe karışmış olabileceğine inanamamıştım. (O zamanlarda Ergenekon davasının böyle kokacağını bilmiyorduk tabii, "İçeri alınıyorsa bir suçu vardır"dı.). Kendisinden bir daha haber almadık. Ta ki 1 Temmuz 2008 tarihine kadar.


1 Temmuz'da televizyon ekranlarına yansıyan görüntünün 1 yıl önceki adamla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu. Beyaz çarşaflar içinde bir hastane odasında bilinci kapalı olarak yatıyordu ve başucundaki karısı "Kocamı benden sapasağlam aldılar, komada geri verdiler" diye ağlıyordu. 5 gün sonra, 6 Temmuz 2008'de Kuddusi Okkır öldü.

Adamın suçlu ya da suçsuz olması hiç umurumda değil. Ama söz konusu olan bir insan. Söz konusu olan 1 yıl boyunca hapiste tutulan ve neyle suçlandığı dahi kendisine söylenmeyen bir insan. Söz konusu olan tek kişilik hücrelerde, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde ve daha bir sürü hastanede baştan savılan ve hastalığı gerektiği gibi tedavi edilmediği için serbest bırakıldıktan 5 gün sonra ölen bir insan. Yaşadıklarını okurken bile insanın içi sıkışıyor.

Bütün bunlardan sonra sizi bir anda gelip sebep göstermeksizin hapse atabileceklerinin, tek kişilik hücreye kapatılıp psikolojinizi bozabileceklerinin, kanser olsanız da doğru düzgün muayene ve tedavi görmediğiniz için kısa sürede ölüp gidebileceğinizin, kasa olarak gösterilirken cenazenizi belediyenin kaldırabileceğini, yakınlarınızın sadece arkanızdan ağlayabileceklerinin fakat hiçbir şey yapamayacaklarının farkında mısınız? Sizi isterlerse alıp kimseye bir açıklama yapmadan bir yere kapatabilir ve ölene kadar orada tutabilirler. Küçücüksünüz, zavallısınız, korunmasızsınız, kırılgansınız, acınacak haldesiniz, çaresizsiniz, savunmasızsınız, haksızsınız, söz hakkı olmayansınız, ezilensiniz, eziksiniz. Öyle misiniz?

Kendimi resmen V for Vendetta, Persepolis ya da 80'ler Türkiye'sinde gibi hissetmeye başladım.

Koşun Alice Emo oldu!!

Yeniyetmeler gibi "Life sucks man!" diyesim var.

Ama hayat gerçekten iğrenç bu aralar. İşimden bıktım, kaprislerden - ego tatminlerinden bıktım, evde problemler var, sevdiğim adam 2,5 yılın ardından beni burda tek başıma bırakıp terk-i şehir yapma niyetinde, ülke bok çukuruna döndü, havalar çok sıcak, ekonomik yönden belimi doğrultamıyorum bir türlü, kedim kaçıp duruyor, iş başvurusu yapmak için yeterince ilan yok, başvurduğum işleri de yapmak istemiyorum zaten, arkadaşlarımla iyice koptum kimseyle görüşmüyorum, ilgimi çeken hiç bir etkinlik yok (Pazar günkü Massive Attack konseri hariç), ÖSS sonuçlarını bekleyip kardeşim için endişeleniyorum, annem bu aralar hep hasta korkuyorum, bileğim hala eşşek gibi şiş her adımda acıyor ama özel doktora gidecek param olmadığı ve Baltalimanı Hastanesi randevu alınamayacak kadar yoğun olduğu için yok sayıyorum, şaka maka yaşlanıyorum.

Ne kuaföre gidip kendimi şımartasım var, ne film izleyesim ne de müzik dinleyesim. Her yerde çılgın indirimler olduğunu duyuyorum ama bir çöp alasım yok. Evde 5 partilik alkol var, elimi bile sürmüyorum. Çikolata bile yemedim ne zamandır. Okunmamış kitaplar kitaplıktan taşıyor. İyi bir veteriner bulmam lazım 3 aydır, kedimi çok sevmeme rağmen daha aramaya bile başlamadım.

Özetlemek gerekirse; hayat uyuz ve ben de onunla yarışıyorum bu konuda!

7 Temmuz 2008

Ar damarı çatlamış kadın!

Haberlerde duymuş ya da gazetelerde okumuşsunuzdur muhtemelen, ama buraya hakkında yazmadan geçemeyeceğim bir olay vuku buldu geçtiğimiz ay içinde.

İddialara göre Galata Köprüsü'nde balık tutmakta olan Gülcan Köse (28) üzerindeki tayt ve t-shirt ile vücudunu teşhir ediyordu. Halkımızın ahlakını korumakla sorumlu polislerimiz, olaya derhal müdahele edip bu arsız kadını yakalayıp merkeze aldılar. Ar ve haya duyguları über düzeye ulaşmış hakimimiz de kendisine 5 ay hapis cezasını uygun buldu. Bunun üzerine kimi rospik ruhlu kadınlar da Galata Köprüsü'ne giderek "Bedenimiz bizimdir", "Ne giyeceğimize biz karar veririz", "Ar değiliz, Zar değiliz, Mal değiliz, Kadınız", "Cinselliğimiz bizimdir" gibi halkı kötü yola teşvik edici pankartlar açtılar.


Bu, yakın zamana kadar kimi medya kuruluşlarının olayı anlattığı biçimdi. Gülcan Köse, uzun zamandır koruduğu sessizliğini bozunca hikaye başka bir hal aldı:

Eşinden ayrılmış ve 2 çocuğunu göremeyen bir kadın olan Gülcan Köse (28), stresten kurtulmak için arada Galata Köprüsü'ne gelip balık tutuyordu. Bir gün üzerinde dizine kadar tayt ve dizinin biraz üstündeki elbisesiyle gene balık tutarken 2 adet güvenlik görevlisi gelip kendisine sözle sarkıntılık yaptığında kadın önce "Beni rahat bırakın" dedi, sonra da küfretti. Adamlar gittikten kısa süre sonra bir ekip aracı gelerek uygunsuz kıyafetle herkesi(!) rahatsız ettiğini söyleyip kadını araca bindirmek istediler. Orada balık tutmakta olan bir genç, bayanı rahat bırakmalarını söyleyince polisten dayak yedi. Olay büyümesin diye ekip aracına binen kadın bir otoparka götürüldü ve tacize uğradı, daha sonra orada bırakıldı. Yaşadıklarına dair şikayette bulunmak üzere karakola giden kadın da burada dayak yedi, korktuğu için şikayette bulunmadı. Bütün bu başına gelenlerin balık tutarken rüzgarda eteğinin havalanması yüzünden olduğuna inanamıyordu.

Şimdi, kadının tipine bakın Allah aşkına:

Bu mudur teşhirci kadın?

Bunun bir sonraki adımı mini etek giyenleri, daha sonra dekolte verenleri, en sonunda başı açıkları mı "hayasızca hareketler" sergilemekten içeri almak olacak?

Paranoyak değilim ama bazı şeyler hiç iyiye alamet değil.

6 Temmuz 2008

Gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var?

Öyle gerekiyor gibi göründüğü için birini bırakıp gitmek ve bırakıp gitmeyi düşünebilmek aynı şey midir?

Bana öyle geliyor da...

4 Temmuz 2008

Organ mafyası bebeklerin peşinde

Bu kadarına da pes diyorum. Olabilir mi ya??

Gebze'de kocası vardiyalı olarak çalışan bir kadın, gece çok sıcak oluyor diye salona yer yatağı serip iki çocuğunu da alarak uykuya dalıyor. Sabah 7 gibi bebeğinin ağlama sesleriyle uyanan kadın, 8 aylık çocuğun kucağında olmadığını görüyor ve sersem bir halde sese doğru ilerliyor. Karşılaştığı manzara korkunç, mutfak zemininde kıyafetleri çıkarılmış bir halde yatan bebeğin kalp ve böbrekleri bir kalemle işaretlenmiş. Çocuğun yanında bir bıçak, koltuğun üzerinde enjektör, pamuk, bir tüp içindeki sıvı gibi şeyler. Dondurucu ve buz dolabının kapağı sonuna kadar açık. Kadın bebeğini alıp hemen aynı apartmanda oturan kaynının evine koşuyor, polis aranıyor, incelemeden sonra penceredeki sinekliğin çıkarılıp pimapenin contasının zorlanarak eve girildiği, annenin ve büyük çocuğun spreyle uyutulduğu, gece 4 civarında yan komşunun uyanıp mutfak ışığını açmasıyla da evdeki şahıs ya da şahısların kaçarak uzaklaştığı anlaşılıyor. Mutfakta bebeğin bıçakla yırtarak çıkarılmış atleti bulunuyor daha sonra.

Nasıl ya??!!

3 Temmuz 2008

Şeyimin müdürü

İzindeki müdürüm zort diye çıktı geldi gene. Odasına geçici olarak koyduğumuz herşeyi boşaltmamızı istedi. Kadın 22 Eylül'de işbaşı yapacak. Yani tek derdi "Ben hala sizin müdürünüzüm, benim dediğim olur"u kendine ispat edip egosunu şişirmek. Hazımsız insanlardan nefret ettim. Yöneticilik sadece mantıksız direktifler verip uygulamasını kontrol etmek değil.
Bugün itibariyle burası bitmiştir gözümde. Bekle beni kariyer.net!

1 Temmuz 2008

Dışı kısa içi uzun bir tatil

Akşam eve girebildiğim bir salı akşamı tatil yazımızı da yazalım, tam olsun.
Yalnız kaldığım yeri söylemeyeceğim, zira çok insanın bilmediği ve bilmesini istemediğim sıcacık bir mekan. Arama motorlarında alakasız insanların önüne çıkmasın, moda olmasın, bozulmasın derdim. Bu sebeple de çok fotoğraflı bir yazı olamayacak, üzgünüm. Gerçekten ilgilenenler için hiçbir zahmetten kaçınmayarak bloğa özel bir mail adresi alıp profile ekliyorum, ordan gelen sorulara mülakat sonrası cevap verilecektir :p

Yazı bittikten sonra geri dönüp yaptığım edit : Hulen anneme hesap verir gibi yazmışım, bu ne ayrıntı bu ne uzunluk?!

Gittiğimiz cennet, Fethiye. İlk gidişim olmadığı ve umarım son gidişim de olmayacağı için genel olarak bir "kardeş gezdirme" tatili olmasına rağmen son derece keyifliydi. Ayrıca kardeşe üniversite hayatını anlatmayı kendine borç bilmiş bir abla olarak taksi kullanımı, lüks yemek, hatıra eşya gibi gereksiz harcamalara yer vermediğim için de eğitici bir tatil oldu.

İlk gün akşam üzeri ulaşabildik hedefe, çadırımızı kurduk doğuyu hesaplayarak, sonra yorgun bünyeleri dağ ve deniz manzarasıyla dinlendirdik, ortamdaki gavur ve Türk turistlerle hoşbeş ettik. İçlerinden aynı yerde 3 aydır tatil yapan Christopher aklımızda en çok yer etti ki kendisi ilerideki günlerde yerini sağlamlaştıracaktı. Akşam da tavuk gibi 10:30'da uyumaya gittik. Ama uyumak ne mümkün? O çadır 159'luk ben ve benim boyutlarımda bir kişiyi daha alacak şekilde tasarlanmış. 175'lik kardeşin dizleri benim üzerime doğru büküldü ve haliyle sabaha kadar kıpırdandık. Üstüne üstlük daha önce açık havada uyumamış bir insan olan kardeş dağın başında çadırda yatma fikrinden pek de haz etmedi. Sabah erkenden bungalowlardan birine taşındık, işin içine azcık lüks karıştı ama olsun, yazık.

İkinci gün doğru Ölüdeniz'e yollandık, bunca yıldan sonra hala güzel yahu! Son kullanma tarihi 3 yıl önce dolan öğrenci kimliğimi ve sevimli suratımı kullanarak 2 öğrenci bileti alarak içeri girdik. Fakat tesis içinde sevimlilik bir işe yaramadı, iki hamburgere 12 YTL verdik acıkınca. Yaklaşık 2 saat yattım öğleden sonra güneşinin altında, söylemesi ayıp müthiş bronzluk için bana yeter de artar bu kadar zaman, sonra fıstık gibi bir tenle bir kere daha girdik çıktık suya, dönüşe geçtik. Gene herkes bizi turist sandı, İngilizce konuşmaya çalıştılar, bozmadık. Dönüş yolunda Christopher'la karşılaştık. Duş, akşam yemeği, yıldızları izleyerek yapılan üç beş muhabbetin ardında bu sefer bungalowumuza geçip dizlerimizi gere gere bir uyku çektik.

Üçüncü gün uyandığımda her yerim fosur fosur kabarmıştı, penceresinde tel örgü olan bungalowumuzun içinde bir sivrisinek tuzağa düşmüş ve öç almak için bize saldırmıştı. Aradım aradım bulamadım, gece bulurum diye de pek umursamadım. Sabah oyalandık, kitap okuduk, muhabbet ettik, öğleden sonra olunca da Kelebekler Vadisi'nin tepesinden aşağıya inmek olan tatilin en kastırıcı bölümünü gerçekleştirmek üzere yola çıktık. Omuzlara ıslak tişört serip başa ıslak bandana takarak en kutsal yükümüz olan 1 şişe soğuk suyla inişe başladık. 3 sene önce, ayağımın altındaki gevşek taşlar kayıp uçurumun üstünde bir halata tutunur halde sırtımı kayalara geçirdiğim kısma yaklaşırken içim pır pır etse de kardeş ürkmesin diye ses etmedim. Çok fazla olaylı olmayan bir şekilde aşağıya indik (ben, kardeş ve orda tanıştığımız 2 adam yol arkadaşı), denizimize girdik, gölgede uyukladık. Denizde 2 tane ölü balık, 1 tane kıpkırmızı ölü deniz yıldızı ve 3-4 tane deniz kırkayağı(!) bulduk ama sonradan bir tekneden atıldıklarını anladık. Christopher'ı gördük, o da tepeden inmiş üzerinde sadece bir mayo ile. Azcık muhabbet ettik, güneşin azalmasını bekledik ve yukarı tırmanışa başladık. Elbette çıkış, iniş kadar kolay olmadı. 3-4 moladan ve yaklaşık 35 dakikadan sonra yukarı vardığımızda da donumuza kadar terlemiş olmamıza aldırmadan vadinin tepesinde rüzgarı yedik, ohh mis. Kardeşle gurur duydum bu arada, arada sızlansa da "Hadi!" komutuyla harekete geçti her moladan sonra. Akşam peltimiz çıkmış bir halde 10:30'da filan uyuduk haliyle.


Dördüncü gün, sivri tarafından gene bol bol emilmiş olarak uyandık, bir önceki gün doğaya karşı kazandığımız zafer(!) ile biraz çevrede takıldık, yarım kutu Detan sinek ilacını bungalowa boşaltıp kapıyı örttüm nihahoha! Sonra kalktık Kabak Koyu'na gittik. Son hatırladığımdan daha pisti deniz, pek keyif alamadık yani. Bir iki saat sonra dönmeye karar verdik. Daha önce de pek çok yerde karşımıza çıkan Christopher'ı burda da gördük. Arabayla geldiğimizi, isterse onu da götürebileceğimizi söyledik. Yürüyerek döneceğini, tatile yürümek için geldiğini ("That's why I am here!") söyledi. Bıraktık onu orda, geri döndük. Akşam maç izlemeye çalışsak da uykumuz yine geldi. Anlamadım bu durumu aslında çünkü zırt pırt uykumuz geliyordu, temiz hava çarptı herhalde.

Beşinci günü, yani cumayı, geçen iki gün yürüyüş içerdiği için dinlenmeye ayırdık. Havuzda yüzdük bol bol, yüzme yarışı yaptık ki ben yenildim falan filan. Burda bir parantez açıp kardeşin lisanslı yüzücü, benimse suyun içinde herhangi bir temasta bile panikleyip kenara çıkmaya çalışan bir kara insanı olduğumu belirtmek istiyorum. Havuzun üstünde manyak gibi uçan 2 tane kocaman kız böceğini kovmaya çalıştık, onlar da sinirlenip tepemize tepemize pike yaptıkça suya battık çıktık derken akşam oldu yine. Salonda otururken Christopher geldi, "Nasıl geçiyor tatil?" dedi. "İyi ama sonlarına geldik, o yüzden üzülüyorum" dedim. "Normalde burada oturuyor olsaydın çok sıkılırdın ama" dedi, "Muhtemelen" dedim. "Dolayısıyla buraya tatil için geldiğine memnun olmalısın" dedi, "Öyleyim elbette ama dönüşte gene aynı tempoya girme fikri beni şimdiden yoruyor" dedim. "Dönecek bir işin var ki buraya gelecek parayı kazanmışsın, bundan mutlu olmalısın" dedi. Part-time filozofa diyecek birşeyim olmadığı için "Haklısın" dedim sustum. Adam bu konuşma sırasında çamaşırlarını katlıyordu, o derece günlük bir muhabet yani. Akşam bu sefer azmettik, maçı izledik. (Türkiye maçının olması bu azme katkı sağladı elbet) Coştuk sevindik. Gece havuza girelim demiştik de yemedi, yattık uyuduk.


Altıncı gün sabahın taa köründe kalktık Saklıkent'e gittik. Yazıldığı kadar kolay gidilmiyor tabii 2,5 saat yol gittik uyuya uyuya. Buzzz gibi suyun içinden geçip kanyonda ilerledik 40 dakika kadar. Miletin cuppada cuppada düşmeye başladığı yerlere gelince de geri döndük. Derenin üzerine kurulmuş bir platformda oturduk, yemek yedik. Sonra 2,5 saat daha yol çekerek geri döndük. Dönüşte gene havuza atladık, soytarılık yaptık. Parmaklarımız buruştuktan çook sonra çıktık. Christopher'la takılan ekip adamın plaja iner inmez mayoyu çıkarıp attığını söyledi. Akşam yemekten sonra hesapları kapattık, çantalarımızı topladık, sabahın köründe ayrılmak üzere yola çıktık.

Sabah önce Fethiye terminaline, ordan Dalaman'a ve İstanbul'a döndük.
Vücudun eve gelmesi ama aklın taa oralarda kalması. Küçük çapta bir uyum süreci. Sonra eski tas, eski hamam...

Buldum seni!

Müdürüm LinkedIn'de beni bulup ekleme talebi yollamış.

1. Kendisi iş mi arıyor?
2. "Sen iş arıyorsun, biliyorum!" mu demeye çalışıyor?
3. Samimiyeti ilerletmeye mi karar verdi?
4. Herkesin herkese işi düşebilir düşüncesiyle pragmatist bir yaklaşım mı sergiliyor?
5. Facebook'taki salgına benzer bir "En çok kimin arkadaşı var" yarışına mı girdi?

Bu kadın beni düşüncelere sevk ediyor...