30 Aralık 2010

Blondie

Şimdi ölünün arkasından konuşmuş olmak da istemiyorum ama bazı insanlar kesinlikle sarışın olmalı, sarışın kalmalı(ymış).

14 Aralık 2010

.com

Blogger yönlendirmeli alan adlarına yapılan yasaklı sansürlü ipnelik 3 gün önce sona ermiş, RSS bağlantısından farkettim. Bu akşam gerekli ayarlamaları yapınca (Malum Pentagon'da çalışıyorum, aşırı sıkı güvenlik önlemleri yüzünden ofisten domain aldığım şirketin sitesine bile giremiyorum) www.lasantaroja.com adresi de (Bir yere yönlenmeden, direk), bu siteden alınan feed de çalışır durumda olacak. Aynı dertten muzdarip arkadaşlara duyurulur.

13 Aralık 2010

Kedi canını...



Bu adam bu ikisini programdan önce de, sonra da sandviç yapmadıysa ben de birşey bilmiyorum.
İbretlik, breh breh.

Kronolojik

Geçen gün arkadaşlarla yaptığımız klasik geyik "nereden nereye" temalı bir muhabbette mevzu bahis cep telefonlarıydı. Öyle zırt pırt telefon değiştiren biri olmamama karşın şimdiye kadar 10 yılda elimden 9 tanesi geçmiş.

"Tuğla bozması A1018'den IPhone 4'e, tey tey!" de bu kült geyiğin bir parçası da beni asıl meraklandıran bir 10 yıl sonra neremize takılmış nasıl bir mikroçip ile konuşacağımız. 2020'de beynimize yediğimiz radyasyondan kurtulanlar yorum yapar bu postun altına artık.

Yımırta

Geçen hafta herkes bir yorum yaptı bu yumurta konusunda, benimse en başından beri dikkatimi çeken tek şey var : Günlük güneşlik bir günde, bir binanın içerisindeki bir salonda yağmur yağma ihtimali olmadığına göre, o kadar koruma ellerinde açılmaya hazır, kılıfından çıkarılmış şemsiyelerle ne yapıyorlar, neyi bekliyorlar? Aaa, yoksa birisi birşey mi ima etti?

8 Aralık 2010

Kanlı Salı

Problem : Bir sabah ansızın ön alt dişinizin eti kıpkırmızı, şişkin ve dokununca kanar halde uyanmak.
Süreç : 1 gün beklemek. Ertesi gün ön üst dişinizin etinin de aynı Şebek götü haline gelmesi.
Teşhis : Google'a "diş eti şişmesi, kanaması" yazıp aratmak, gelen sonuçlardan "Diş eti iltihabı" olunduğuna karar vermek.
Aksiyon : İstanbul'da dişçiniz olmadığı için eşe dosta sormak, tavsiye istemek. Dentistanbul'u arayıp önce hala açık olduklarını teyit etmek, sonra randevu almaya çalışmak. 1 gün sonraya randevu verdiklerini duyunca telefonu kapamak.
Alternatif Arayışı : Genel Müdür'ün eşinin diş hekimi olduğunu hatırlamak, derhal kendisiyle ve şoförle görüşüp transferi organize etmek.
Çözüm : "Azcık daha kanayacak.", "Bitmek üzere, dayanın." çocuk telkinleri eşliğinde diş taşlarının kanırta kanırta ve kanata kanata temizlenmesi.
Sonuç : Altlarındaki o hain taşlardan kurtulmanın hemen akabinde inmeye başlayan şişlikler. Öküz gibi akan kanın üste başa bulaşması, halsizlik. Google'dan teşhis koymanın yersizliğinin farkedilişi.
Bu hikayeden çıkarılacak sonuç : "Ne kadar geç başlarsan kâr, bir kere yaptırınca bundan sonra hep yaptırman gerek." düsturu uyarınca bu yaşıma kadar uzak durduğum ve kaçabildiğim kadar kaçtığım diş taşı temizliği operasyonu çok kötü birşeymiş. Millet "Uff rezil birşey o." diye anlattığında gözünüzde canlandırdığınızdan çok daha kötü birşey. Siz siz olun, misvak mı yapıyorsunuz karbonat mı artık bilmem, 65 yaşına kadar kaçabilmeye çalışın. Ama günde 3 kere fırçalama, 1 kere diş ipi, 1 kere gargara anca 28 yaşına kadar idare ediyormuş bilesiniz.

6 Aralık 2010

Pavlov's LSR

Sabahları ortalama 30 dakikam serviste geçiyor. 8'de işbaşı yaptığım düşünülürse bu 30 dakikayı uyuyarak geçirmek en verimli ve akıllıca çözüm. Yalnız problem şu ki evde yatağına yattığında uyuması gözlerini kapattığı ana denk gelen bendeniz, serviste ister gözlerini sıkı sıkı yumsun, ister kulaklığından en mırıl mırıl şarkıları dinlesin, ister abartarak servisin arka koltuğuna boylu boyunca yatsın; zinhar uykuya dalamıyor. Bu duruma bir son vermeye karar verdim!
Şöyle ki, bundan sonra evde yatarken hep aynı parçayı dinleyeceğim. Böylece o şarkı benim için uyuma saatinin geldiğine delalet olacak ki serviste de dinlemeye başladığım anda uykuya dalabileyim. Yalnız öyle zırt pırt radyoda, televizyonda çıkan birşey olmaması lazım ki olur olmadık yerlerde / zamanlarda uykuya dalmayayım. Yoksa Due Date'deki sahneleri yaşamak işten değil. Bence şartlı refleks bu konuda da işe yarar, ne dersiniz?

2 Aralık 2010

Alarmlı Kedi

1 haftadır Mina isimli zilli tarafından her gün sabah tam olarak 05:46'da uyandırılıyorum. Kapımın önüne gelip avazı çıktığı kadar bağırıyor ve kapıyı açıp kışkışlamadan da susmuyor. İlk kışt'ta yatağına gidip bir daha sesini çıkarmıyor ama. Tam 1 haftadır, hiç sektirmeden, tam aynı dakikada. 4, 5, 6, 40, 45, 46 sayılarıyla Sayısal mı oynasam, deprem çantamı mı hazırlasam bilemedim ben onu!


Ne de edepli görünüyor bi' de, değil mi!

20 Kasım 2010

Keyf

Bayram güzel.
Tatil güzel.
Aile saadeti güzel.
Ege sahilleri ve yazdan kalma günler güzel.
Ailenin yeni taşındığı Ege'nin güzide sahil kasabasında, bu şahane havada 9 günlük bayram tatili en güzel.

Keşke emekli olsam da inzivaya çekilsem.

7 Kasım 2010

Züppe Alice

Zaman zaman fena snob bir insan olabiliyorum, kabul. Ama bu sefer kendimi bile şaşırtmayı başardım.
Birkaç gün önce bir arkadaşımın evine gittim, ilk defa. Birkaç arkadaş birlikte yaşıyorlar, her odada kanepesi, ekstra yatağı; geleni gideni bol tipik öğrenci evi stayla. Salon bile birinin odası aynı zamanda, kenarda çift kişilik yatak; öyle düşünün. Gene bu tip evlerin olmazsa olmazı tavanı akmaktan bir hal olan banyo, rutubet kokusu ve yerlerde nuh nebiden kalma, içinde ne floralar oluşmuş halıfleks. Kabul, hiçbir zaman klasik bir öğrenci evim olmadı benim; ilk evim Etiler'in ucunda bir sitedeydi. Sonraki öğrenci semtinde ama içi parkeli pimapenli bir 3+1'di, bir sonraki bir dubleks, şimdiyse tek başıma yaşadığım ve içini komple yenilettiğim nam-ı diğer Saray Yavrusu. Belki bu yüzdendir bu tip evlere olan ilginç antipatim, alışık olmamam. Zorunlu olunca insan nelere katlanıyor, onu da anlıyorum ama gidesim, içinde zaman geçiresim gelmiyor işte böyle insanların mecburiyetten katlandıkları dökülen evlere. Gerçek bir şımarık mıyım, standartlarına körü körüne bağlı bir züppe mi bilemiyorum. Allah düşürmesin deyin bari.

4 Kasım 2010

Tüketici İsyanı

Şu "pamuk saten" denen şeyi icat edeni lanetliyorum.
Koca internette "saten nevresim takımı" aramasında karşıma çıkan tüm sonuçların isimlerinin saten, siteye girip bakıldığında hammaddelerinin %100 pamuk olması beni sinirden sinire sokuyor. 2 yıl önce de böyleydi, hala aynı. Tüketiciyi çileden çıkarmasanıza kardeşiiimm!!

2 Kasım 2010

Wezel*

Çocukken ailesi misafirliğe geldiğinde birlikte Batmancilik oynadığımız iki kardeş vardı. Ben Kedi Kadın olurdum sürekli, o zamanlar 4-5 yaşında olan bacım da fasulyeden Penguen ya da Joker. Oyun arkadaşlarımız da bizim yaşlarımıza yakın iki erkek kardeşti ki iyi karakter kıtlığından sürekli biri Batman, diğeri Robin olarak takılırdı.** Aramızda şöyle konuşmalar geçerdi oyun sırasında;
"Kemerimin içine sakladığım tel toka sayesinde kelepçeleri açıp kurtuldum, nihaha."
"Beni kandırabileceğini mi sandın, dinleme cihazı koymuştum evine."
"Beni yenemezsin!"
"Aslında sen onu böyle sanarken ben sana oyun oynamıştım da, o böyle değil şöyleydi."

Karizmayı resetlemeyi göze alarak dile getirdiğim bu dialogları tek kelimeyle niteleyeceğim; gerzekçe.
Hah işte, dün akşam Ezel'i izlerken de tam olarak bu duyguya kapıldım.
"Sana tamamen güveneceğimi mi sandın Eyşan?"
"Sen bizi kıstırmadın, biz seni köşeye sıkıştırdık Kenan."
"Oğlumu tehlikeye atacağımı nasıl düşünürsün?!"
"Beni yalnız bırakacağını sandın ama yalnız kalan sen oldun."
"Hepinizi bitireceğim!!!"

Yaa bi gidip çay koyun Allahasen. Senarist mi değiştirdiniz, sanatçı tıkanması mı yaşıyorsunuz n'apıyorsunuz bilmem de yeni aldığım dana kadar televizyon bile sizi izlenir kılamaz bu gidişle.

Bi' de Ezel'de ya "Şişmanlar, gözlüklü ve sivilceliler, orospular, zenciler ve gıcıklar ilk önce ölür." mottosunu uyguluyorlar ya da izleyiciler ölenlere pek üzülmesin diye gözden çıkarılan karakterler, öldürülmeden önce itinayla gıcıklaştırılıyor. İlk olarak bağırtkan çocuk Eren, sonra mıymıy "haniellerimiheptutacaktındahiçbırakmayacaktın" kızı Bahar, şimdi de elime geçse tokat manyağı yapacağım sümük gibi yapışkan "abimsin, abim değilsin, abimsin, abim değilsin" sorunlu ergeni Mert. Kalan karakterlerden en gıcığı şizofren taklitli buyurgan atarlı kötü adam Kaya sanki. Sana yol göründü tatlım!

* Ezel gerçek sesi için Wezel yaz, 6666'ya gönder.
** Oyunlarda bir şekilde hep kötü tarafın kazandığını belirtmeme gerek var mı?

7 Ekim 2010

Küçüktüm küçücüktüm Vol.5

Veletken yaptığım ve şimdi eşek kadar olduğum günümüzde pişmanlığını duyduğum çook şey var; kimin yoktur gerçi?
İlkokul 1'e giderken okulum annemin okulunun hemen dibinde olduğu ve beraber gidip geldiğimiz için harçlık vermezlerdi bana. Bütün bitli arkadaşlarımın (a.k.a. bütün arkadaşlarım) ikinci teneffüste, okulun bahçesinin girişindeki büfeye koşup nal gibi kocaman, hafif sarımsı 100 liralarla ortasında minicik bir peynir kalıntısı olan açmalardan aldığını hatırlıyorum; bir de çok canımın istediğini. Anneme söyledim mi bilmem, söylediysem de abur cubur yememem için vermemiştir para. İşte o an, benim babamın para koleksiyonuna dadandığım andır. Adamcağız da en çok o 100 liralardan toplamış, kolay bulunuyor diye herhalde. Ben deyim 30, siz deyin 50 tane var kutunun içinde. Ama onlarla işim bittiğinde 3-4 tane kaldığını hatırlıyorum. Hayatımın ilk hırsızlığı böyle de birşey. Garip olan, kimse de nereye gitti bu paralar demedi.
Çocukla uğraşmak çok zor şey azizim.

27 Eylül 2010

Achtung!!!

Sabah uyandığımda asabi olurum.
Sabah erken uyandığımda daha asabi olurum.
Pazartesi sabahları erken uyandığımda daha daha asabi olurum.
Midem kazınırken pazartesi sabahları erken uyandığımda daha daha daha asabi olurum.
Hava yağmurluysa midem kazınırken pazartesi sabahları erken uyandığımda daha daha daha daha asabi olurum.
Pms olayın pokunu çıkarttığında hava yağmurluysa, midem kazınırken pazartesi sabahları erken uyandığımda daha daha daha daha daha asabi olurum.
So, beware of the bitch witch watching her Swatch watch's switch.

24 Eylül 2010

Teşekkürler Türkiye, cebimizi doldurdun diye!

Zırt pırt reklamı dönüyor ya, "Teşekkürler Türkiye, Turkcell'i seçtin diye!" sloganlı. Hani, teşekkür babında bize bedava konuşma veriyorlar ya güya, haftada 3 güne kadar. Aman diyim, benim gibi lapin babında atlamayın.
Şöyle ki, 4 yıldan uzun süredir abone iseniz, dedikleri numaraya dedikleri mesajı attığınızda, bedava günleriniz size bildiriliyor(muş). Ama benim gibi 3 küsür yıllık aboneyseniz ve bu kampanyanın işleyişinden haberiniz yoksa, gelen mesajlara ONAY yazıp gönderdiğinizde aldığınız son mesaj kanı beyninize sıçratabilir:
"6 aydan önce ayrılmanız durumunda geçirdiğiniz her şanslı gün için faturanıza 3,64 TL yansır."
"Bak seen!" deyip iptal için Turkcell'i aradığınızda ise köpüreceğinizi garanti edebilirim:

- Teşekkürler Türkiye kampanyasına 2 gün önce başvurdum fakat hiç yararlanmadım, iptal etmek istiyorum.
- Bu, iptal olanağı olan bir kampanya değil.
- İptal olanağı olmak zorunda.
- 4 yıldan uzun süredir abone olan müşterilerimiz herhangi bir koşula bağlı kalmaksızın bu kampanyadan yararlanırken 4 yıldan kısa süredir abone olanlar, 6 ay kullanım sözü verdiklerinde kullanabiliyorlar.
- Söz möz vermiyorum ben, kampanyayı da hiç kullanmadım. İptal edelim hemen.
- İptal süreci için talebinizi alalım, iptal işlemi yapılabiliyor mu arkadaşlarım kontrol etsinler. İptal ücretine de bakalım.
- Bi' de iptal ücreti mi alacaksınız, bakın bakalım?!
- Kampanyanın iptali ilk hafta gerçekleşirse ücret talep edilmiyor. İkinci haftada 3,63 TL üçüncü haftada ise 7,28 TL faturanıza yansıyacaktır.
- 2 gün oldu henüz, bugün cuma diye hafta bitti demeyecekseniz ücret ödemeyeceğim yani?
- Arkadaşlarımız size bu konuda dönecekler.
- Nasıl yani? Benim başvurduğum değil, sizin bana döndüğünüz tarihe göre mi hesaplanacak bu tutar?
- Evet.
- Sizin, keyfinize göre geç geri dönüp bana para ödetmeyeceğinizi kim garanti ediyor?
- Genelde 48 saat içinde dönüş gerçekleştiriyoruz.
- Genelde öyle de, bana dönmezseniz ne olacak?
- Arkadaşlarımız dönsün, size gerekli bilgiyi verecekler.
- Fesupanallah!!! Dönsünler bakalım.
- Yardımcı olmamı istediğiniz başka bir konu var mı?

Eben Turkcell, eben. Vodafone'dan ayfon alcam ben çatla da patla sen de.

20 Eylül 2010

Dijifobia

20.09.2010 @ Radikal :

Skype ve MSN'den sonra en çok kullanılan sohbet uygulaması Google Talk'taki bazı konuşmaların firmanın üst düzey mühendisi David Barksdale tarafından takip edildiği ortaya çıktı.
Google yöneticilerinin de kabul ettiği bu habere göre David Barksdale adlı 27 yaşındaki üst düzey bir Google yazılım mühendisi kullanıcıların hesaplarına girerek sohbet kayıtlarını ve yazışmalarını okudu. Küçük yaştaki kız ve erkek çocukların mağdur olduğu gelişmede Barksdale’in yazışma kayıtlarına girerek kullanıcıların özel hayatlarına dair bilgiler sızdırdığı ve onları tehdit ettiği belirlendi.

Birkaç yıl önce, gmail'den mail attığım birinin Facebook'ta arkadaş olarak önerilmesiyle bir kıllanmış, gmail şifremi bilmeyen ve hesaplarımı bağlamadığım Facebook'un kayıt sırasında "Accept" ettiğim hangi bit kadar yazıya dayanarak adres defterimi böyle alenen kurcaladığına inanamamıştım. İnternet hayatımızda vazgeçilmez olana dönüşüp sınırsız kişisel içeriğimiz hem kendi, hem sevgili arkadaşlarımız tarafında ortalığı saçıldıkça kaşıntım tutup paranoyam hortluyor ama şu devirde facebook, twitter, friendfeed, thumblr, blogger, gmail, hotmail, msn, yahoo, youtube, last fm, formspring, yemek sepeti vs vs ne kadar dijital kimliğimiz varsa silip sırra kadem basma fikri da bildiğin hayalperestlik. En başından hiç girmemek lazımmış bu işlere. Hem silsek de bilgiler baki, birkaç gün önce, Melozilla'nın sildiği bir albümdeki fotoğrafların hala Facebook'ta olduğu ve tag'lenmiş kişilerin profillerinden ulaşılabildiklerini farkettim.
Korkarım eli de kaptırdık, kolu da, götü de.

16 Eylül 2010

Doktorculuk

Semptomlar:

1. Yörsan tava yoğurdu kaplarının, "Annem geldiğinde bununla birşey yapar ki!" bahanesiyle yıkanıp dolaba kaldırılması.
2. Salı akşamları "Yarın Elmira geliyor!", çarşamba günleri "Bugün Elmira geldi! Akşama tertemiz eve gideceğim." diye sevinmek.
3. Çılgın Hırsız ve Pirana filmleri arasında seçim yaparken "Gece gece gerilmeyelim." diye sevimli animasyonu seçmek.
4. Araba, ev gibi büyük projeler satın almayı düşünmeye başlamak.
5. Ofiste altın günü yapmak.
6. İlk gençlikte "Aman oram buram görünür." diye giyil(e)meyen kıyafetleri rahaat rahaat giymek.

Tanı:

"Çocuk doğurmadan anne olmuşsunuz hanfendü."

13 Eylül 2010

Haset

Christy, tatilde tanıştığım 40'lı yaşlarının başında, ama yaşı ancak ellerinden anlaşılan çıtı pıtı bir kadın. Woodstock'lı, NY'de yaşıyor, Irish pasaportu sahibi, 2 haftalığına Türkiye'ye gelmiş, buradan Moğolistan'a geçecek, sonrasında Belçika'ya gidip tatiline devam edecek bir insan evladı. Dialoglarımızdan en can sıkıcı olanları buraya not edelim:

- Evine ne zaman döneceksin Christy?
- Hmm, sanırım bir yıl sonra.

- İş için mi geziyorsun bu kadar Christy?
- Hayır, zevk için.

- İnci, bugün günlerden ne?
- Perşembe. Bilmiyor musun?
- Yoo, tarihi takip etme gerekliliğim bulunmuyor ki.

- Burayı nerden duydun Christy?
- Kris (Hanzo kılıklı bir Belçik) ile geçen yıl Roma'da bir hostelde tanışmıştık, sonra birlikte Brüksel'e gittik, buraya beni o davet etti.

Biz de 1 yıl çalışıp para biriktirelim de 1 hafta tatile gidebilelim. 
Allah belanı versin Christy. 

2 Eylül 2010

Sürpriz!

Sokak köpekleriyle hiçbir problemim yok, aksine çok severim kendilerini. Mama, su koyarım kapı önüne. Çok korkunç görünümlü değillerse ve etrafa hırlamıyorlarsa severim ederim. Ama onlar ne yapıyor bunun karşılığında?
Cevap veriyorum, SOKAĞIN ORTASINA SIÇIYORLAR!!!
Git kenara yap mendebur hayvan! İnsan sabah sabah servise bindiğinde burnuna gelen korkunç ötesi kokunun ayakkabısının altından geldiğini farkettiğinde hiçbir sevimliliğiniz kalmıyor, bilesiniz!

31 Ağustos 2010

İFW


Türklerin sokak modası bu kadar olur.
Kaynak

27 Ağustos 2010

Telefon Özürlüsü

Telefonla konuşmayı oldum olası sevmem. Eskiden, lojmanlarda otururken, arkadaşlarım bütün gün okulda beraber zaman geçirdikten sonra eve geldiklerinde de 3-4 saat ücretsiz iç hat telefonundan laklak ederdi de anlayamazdım ne konuşuyorlar bu kadar diye. Eşek kadar oldum, huyum değişmedi. Temmuzda bir deneyeyim dedim, abartsam ne kadar abartabilirim diye. İş hattımda Star Paketi diye bir tarife var; 5000 dk şirket içi, 5000 dk Turkcell, 3000 dk da diğer tüm yönlere diye. Hiç yapmadığım kadar arama yaptım, eskileri yad ettim, lafı uzattım, babamı cebinden arayıp günlük konuşmamızı bu hattan yaptım, sucuyu, petshop'u, taksi durağını aradım, kendi rekorumu kırdım. Bugün ayrıntılı faturam geldi. Şirket içi görüşmeler ayrıntıya yansımıyor, dolayısıyla dökümdekilerin hepsi özel görüşmelerim. Üşenmedim tek tek konuşma sürelerini topladım.
Sonuç;
6464 saniye, yani 107,73 dakika.
Bir başka sonuç;
Ben bu telefonu haketmiyorum.

Not : Mesaj konusuna ise hiç girmeyelim, bıt bıt bir mesaj yazana kadar 3 kişiyi arayıp işimi halleder, üzerine tuvalete girer Uykusuz'un 1/4'ünü okurum ben.

23 Ağustos 2010

Sülüman

Sevgili Süleymancık,

İnan geceyi seninle aynı odada geçirmek problem değildi benim için. Gelip yanıma yatsan da sorun olmazdı, kocaman yatak neticede, kıvrılıp uyurduk. Yalnız benden kaçıp dolabın arkasına saklandın ya, eğer ki bu sabah oradan çıkar da kedilerimin eline geçersen olacaklardan sorumlu değilim bilesin.
Altıncı kata nasıl çıktın onu da anlamadım ya... Eceline dörtnala koşmak böyle birşey herhalde.

PS. Sevimli de birşeysin, kızamıyorum ki!

21 Ağustos 2010

Çat

İstanbul : 35 derece
Uludağ : 16 derece
İstanbul : 30 derece

Fiziksel aşınmaya uğradım. Kuma dönüşebilirim her an. Birilerinin dağ girişinde hırka mağazası açması gerek bir de, gecenin bir yarısı mangalda sucuk yaparken masa örtülerine sarınmak komik oluyor.

16 Ağustos 2010

Bilimsel Gerçekler

Cumartesi gecesinden Pazar gecesine kadar süren bilimsel veri toplama süreci sonucunda şöyle bir tablo ile karşılaştık:

* Genç halkın %60'ı evinin dışında tuvalete giremiyor. Ne kaka, ne çiş, ne osuruk. 
* Her yere yapabilen şanslı %40, tuvalette çok kısa kalıp hemen işini bitirip çıkan tipler. 
     - Bu "rahat" grubun %100'ü lavanta kolonyası seviyor.
     - Şanslı grup içindeki kadın/erkek oranı 1.
     - Grubun %100'ü kıvırcık. Renkli göze sahip olma oranı %25 iken küçükken sarışın olma oranı %75.
     - Grubun hiçbir üyesinde araba bulunmazken %75'inde bisiklet mevcut. Kalan %25'in de aklı çelinmiş durumda.

Kontrol grubu üzerinde yapılan gözlem ve anketler doğrultusunda oluşturulan teori:
Küçükken sarışın olup bisiklete sempati duymak, her yere kaka yapabilme durumu üzerinde olumlu şekilde etkili olsa da lavanta kolonyası sevip kıvırcık saçlı olmak birer "must".

Sıkıysa çürütün.

13 Ağustos 2010

Çam sakızı köyün ağası armağanı

Ergenkene pek ormantik gelirdi, birisi bana ithafen şarkı yazsın, şiir yazsın, ne bileyim roman yazsın. Ama adımı dövmeyle bir yerine yazdırmasın. Kısmetimde hikaye varmış. En güzel doğumgünü hediyemi aldım az önce.
Ay lav yu Barzo'm.

11 Ağustos 2010

Bilmece Bildirmece

Saat tam 08:30'da telefon çalar, arayan annemdir.

Anne : Hoşgeldin!
Pause. 5 saniye kadar.
Ben : Haaa, hoşbuldum annem!

Ben bir yere gitmedim, bir yerden gelmedim. Nereye hoşgeldim ki?

7 Ağustos 2010

Bilgisayar en kişisel birşeydir

Kardeşinize bilgisayarı bozulduğunda kısa süreliğine, kullanması için netbookunuzu verirken hem 2 kere düşünün, hem de Last FM'i kaldırın. Yoksa bilgisayarı verdikten 1 ay sonra tesadüfen siteye girdiğinizde arşivinizde Tarkan'lar, Hadise'ler, Ebru Gündeş'ler görebilir, akabinde ağzına etmek için aradığınızda aleti staj yaptığı ofise götürdüğünü, oradaki "abi"lerin, "abla"ların kendi müziklerini yüklediklerini ve her gün ordan dinlediklerini öğrenebilir, cağnım mininizin içinde cirit atan virüsleri, trojanları düşünüp fıttırabilirsiniz. Ha bir de torrentten birşeyler indirilmişmiş. Çözüme gelin şimdi de, format attırıp öyle verecekmiş!!! Çocuk, yemin ediyorum elimde kalacaksın.

6 Ağustos 2010

Hukuksal Kafalar

Yatak odasındaki tavan pervanesi kendini soğutmaktan aciz kalınca dün gece yastığı pikeyi alıp salondaki klimayı da çalıştırıp koltukta yattım. Misafir gibin. Beni tedirgen eden bu "kendi evinde koltukta kalmak" durumu değil de eve hırsız girdiğinde ve ben onu öldürdüğümde yatak odamda olmadığımdan meşru müdafa savunması yapamayacak oluşumdu. Ciddi ciddi bunu düşündüm. O bana birşey yapmadan ben onu nasıl öldüreceğim filan hiiç aklıma gelmedi ama, bu ne özgüvense. Uykuya dalmadan önce adamı küvete koyup üstüne asit dökerek birkaç haftada eritmeye karar vermiş idim. Cani de değilim ki, ya sıcaktan ya çok CSI, NCIS, Criminal Kafalar, Cold Case vb. izlemekten bunlar herhalde.

4 Ağustos 2010

Bir takım tanımlar

Trajikomik: Bunca ay sonra elimi tutan ilk adamın, metroda arkasından geldiğini düşündüğü kız arkadaşının eli diye benimkine yapışıp çekmeye başlayan şaşkaloz oluşu.
Komik: Adamın elindeki elin kendini geri çekmesiyle bir terslik olduğunu farkedip arkasını döndüğünde ve durumu kavradığında tam yanımda olan sevgilisine attığı dehşete düşmüş bakış.

3 Ağustos 2010

Benim Cici Sigaram

Dünkü konserde animatörlük yapan Kral TV DJ'i olduğunu öğrendiğimiz gudik şahıs, insanları oyalamak için önce herkesi ayağa kaldırdı, sonra da belirli kriterlere uyanları sırayla oturttu. Sertab'ın son albümü bu ayakta kalan loser'ların hayattan biraz olsun zevk almasını sağlamak içinmişmiş.
Biz cool insanlar olarak kalkmadık en başından tabii ki :p Kriterleri sizle paylaşmak istiyorum izninizle:

1. Eşi/sevgilisi olanlar otursun.
2. Son 48 saatte seks yapanlar otursun.
3. Düzenli alkol tüketenler otursun.
4. Sigara içenler otursun.
5. Evinde evcil hayvan beslemeyenler otursun.

Ayakta kalan 70'lik dede ve 45'lik kız kurusuyla aramdaki tek farkın sigara olması düşündürücü. I Lucky Strike.

Ex-Ergen

Şimdi oturup dinlemem ama '80 çocukları olarak itiraf edin; hangimiz zamanında Sertab Erener olsun, Tarkan olsun, Tayfun olsun, Ah Canım Ahmet olsun, Of Aman Nalan olsun dinleyip servisin arka koltuğunda bağıra çağıra söylememiştir? Hafıza çok garip, 10 yıldır İstanbul'da oturup da ilk defa gittiğim Harbiye Açıkhava'da dinlediğim Sertab'ın tüm eski şarkılarını çat çat ezberden söylemem beni kendimden korkuttu. Yalnız beklentisiz gidilen konserler her zaman için daha doyurucu oluyor bu bir, Sertab Erener insan değilsin insan otururken öyle sesler çıkarabilir mi!!! Bu da iki. Al, Demir helal-i hoş olsun sana.

Ayrıca içimdeki ergeni uyandırdın, alacağın olsun.

Öyle çok şey var ki içimde 
hep sustuk konuşmak yerine 
Konuşmadığımız her ne varsa 
Seninle sakladım gözlerimde 

26 Temmuz 2010

Dur yoksa ev kadını Detan'ı basacak!!!

Reklamlarda lambadan çıkan cin, kadına 3 dilek hakkı verdiğinde gayet normal bir insan olan kahramanımız sinekleri kokusuz ve kendi beyaz kıçına zarar gelmeyecek şekilde çatır çutur öldürecek bir ürün istediğinde ister istemez yüzüm buruşuyor. Sinekleri sevelim, onları koruyalım gibi über kafalara girmeyeceğim tamam da, kucağına alıp sevdiğin İran kedin ya da tasmasını takıp dolaştırmaya parka bahçeye götürdüğün Golden Retriever'ın kadar yaşam hakkı olan bir mahluktan söz ederken en munis ev kadınının bile Hannibal'a dönüşmesi bir garip değil mi?

Fırk

"Kafein diyeti" sözü hiç korkutucu gelmemişti doktorun dudaklarından dökülürken. Pazartesi saat 14:50 itibariyle uyumamak için göz kapaklarımı caponla yapıştırmayı düşünmeye başladığıma göre aslında baya korkutucu imiş. Ah öğle yemeği üstüne bir sigarayla birlikte keyfime pezevenklik eden orta şekerli Türk kahvesi, seni ilk günden çok özledim.

21 Temmuz 2010

Otomatik Ödeme

Benden size bir uyarı; kredi kartınız limitinin sonuna dayanacak kadar dolduysa ve bunlar taksitli harcamalar değilse, başka bir deyişle hepsini bu ay ödemek zorunda kalacaksanız, kurnazlık edip de son ödeme tarihinden önce mükerrer ödeme oluşmaması için minimum ödeme miktarını ödeyip bırakmayın. Yani bırakın da, ondan önce otomatik ödeme talimatını kaldırmayı unutmayın. Yoksa daha ayın yarısı geçmişken bir gece ansızın hesabınızdaki tüm para çekilebilir. Masraflarınızı yazmak için çantadan, cüzdandan fiş fatura aramak zorunda kalabilirsiniz.
Bu da böyle bir anımdır.

14 Temmuz 2010

"%99'u Müslüman olan bir ülke"de bu gerizekalılıklar normaldir

14.07.2010 @ Radikal :

Diyanet'in bundan sonra 'hatalı ve noksan basılan mushaf ve cüzlerle, sesli - görüntülü Kur'an-ı Kerim yayınları'nı mahkeme kararıyla engelleyebileceğini belirten akademisyenler, “Bu düzenleme, dini farklı yorumlayanlar kadar eleştirel yaklaşanların da inanç özgürlüğünü tehdit ediyor.

İnternete imam eli atılmasının da yolu açılmış oldu böylece, hayırlı uğurlu olsun. Gerçi hakimim diye dolanıp ego tatmini amaçlı yasakçıklar saçan adamların da imamdan farkı yok ya...

13 Temmuz 2010

RSS Adresi Güncelleme Uyarısı

Bloğu RSS'den takip eden arkadaşlar,

Eski RSS adresini kullanan 289 okuyucudan sadece 12 tanesi yeni adrese transfer olduğu için bu hatırlatmayı yapma gereği duyuyorum. Bloğu takip etmeye devam etmek için lütfen RSS adresini aşağıdaki şekilde revize edin:

http://feeds.feedburner.com/lasantaroja

Not: Eski RSS kaydını takip edenlere ulaşabilmek için ayarları kısa süreliğine değiştirip eski haline getirdim. İşin mantığını doğru anladıysam bu yazı, Telekom aklını başına devşirene ve bütün blogger'lar kendi adreslerine geri dönene kadar bu RSS adresinden aldığınız son güncelleme olacak. Ya da tamamen uyduruyorum.

Yolbil

Öğrenci akbilinden* normale geçisi halen kabullenememişken şimdi de normal akbilleri değiştiriyorlar sayın okuyucular. Elimizdeki akbilleri 6 TL'ye alıp yeni manyetik kartları 10 TL'ye sokuşturma operasyonu kapsamında belediyenin kasasına bu değişimden 4 milyon TL girmesi beklenirken yeni kart alacak olanlardan gelecek meblağı kestiremiyorum, aynen bu ihaleyi alan yancı şirketin bütün akbil altyapısını değiştirip manyetik sisteme geçerken ne kadar hortumlayacağını kestiremem gibi.
Öğrenci, öğretmen ve engelliler 31 Temmuz, yaşlılar 30 Eylül'e kadar akbillerini değiştirmek zorundayken biz normal akbilcilerin ne zaman yolunacağı İETT'den duyurulacakmış. Bilginize.

* Akbil, İstanbul'da otobüs, metro, vapur gibi toplu taşıma hizmetlerinde kullanılan içine para yüklenebilen bir çeşit yongalı aygıt, akıllı bilet.

9 Temmuz 2010

Giden/Kalan

Ofisteki facebook yasağının kalkması şerefine salak salak facezapping yaparken (TDK haletmiş, yeni kelime böyle türetilir.) eskilerden bir arkadaşın, simaen tanıdığım abisinin fotoğraflarını gördüm. Ne olmuş diye bakarken çocuğun 4 yıl önce öldüğünü okudum. Arabasının, kedisinin, evinin fotoğraflarını koymuş kardeşi. Küçük ama güzel bir salonu varmış, kırmızı L koltuklu. Duvarına LCD'sini de almış, raflarda kitapları, CD'leri var. Lambaya şu renkli camdan yapılmış minik avizemsilerden takmış, camın önü de çerçeve, biblo gibi ev yayıntılarıyla dolu. Ama çocuk yok. Ölmüş. Evi de, arabası da, kedisi de sahipsiz kalmış. Döşemek için o kadar uğraştığı ev hala orada duruyor, almak için harcamalarını kıstığı araba da öyle. Sokaktan kurtardığı, veterinere götürdüğü, kumunu temizleyip mamasını verdiği pembe burunlu dişi kedi de devam ediyor hayatına bir şekilde. Tavlamak için taklalar attığı, kimi zaman onu üzen/onun üzdüğü kimi zaman mutluluktan uçurtan/uçurduğu kadın da yaşamaya devam ediyor. Hayatımız boyunca birşeyleri elde etmek, sahip olmak için uğraşıp dururken gittiğimizde herşey ne kadar anlamsız kalıyor, değil mi? Ölenle ölünmüyor tamam da, geride kalan hayatın böylesine aynı kalabilmesi çok garip.
Farkettiğiniz üzere direk kişiselleştirdim olayı; ben şimdi ölsem, saksısını daha dün değiştirdiğim adaçayına ne olur? 2 haftada bir temizletmek için 70 TL verdiğim ev ne olur mesela? Kedilerime ne olur? Özene bezene aldığım, hala taksidini ödediğim kıyafetlerime, ayakkabılarıma ne olur? Denemek için aldığım, hala dolapta kapağı açılmadan duran tohum hardala ne olur? Aptal gündelik problemlerime, sıkıntılarıma, dertlerime ne olur?
Cevap çok rahatsız edici.
Hiçbir şey.
Ne kadar önemsiziz aslında.

7 Temmuz 2010

RSS Takip

Bu işlerden çok anlamıyorum. Bunu, takip ettiğim blogları Google Reader'a Feedburner adresleri üzerinden değil de direk blog adresleriyle (www.lasantaroja.com ya da santaroja.blogspot.com şeklinde) kaydetmemden de anlayabiliriz rahatlıklan. E bu durumda herhangi bir alan adı değişikliğinde yeni yazılar Reader'a düşmüyor haliyle. Bu sebeplen eğer siz de aynını yapıyorsanız, Feedburner adreslerini RSS takipçinize eklemeniz naçizane tavsiyemdir.

Mesela benim bloğun feed'i : http://feeds.feedburner.com/lasantaroja
Hani olur da atıl film bloğumu da eklemek isterseniz, o da : http://feeds.feedburner.com/dikkatspoiler

Bir de www.lasantaroja.com adresini yazdığınızda direk blogspot'a yönlenmeniz gerek, eğer 404 hatası ile karşılaşıyorsanız cache'leriniz temizlemeniz gerekiyormuş. Ben de teknik desteğin yalancısıyım. O nasıl yapılır derseniz, anlatmış master'lar. Ben bir Start/Run'dan bir de dll dosyasından korkarım ama ofis bilgisayarında denedim, sıkıntı yok :p

Bu Telekom sayesinde hepimiz güre oliciğiz, başka da birşey demiyorum ben.

NOT : Kafam karışık, yazı da karışık olmuş. Demem o ki, bloğu Google Reader tarzı bir RSS okuyucu üzerinden okuyorsanız, bloğun oraya eklediğiniz besleme adresini http://feeds.feedburner.com/lasantaroja olarak yenilerseniz sıkıntı kalmayacak gibime geliyor.

Sevgili Erkekler, lütfen bunu yapmayın! Vol.2

Üstü deri, altı kösele ayakkabıları böyle cıbıl ayaklara giymeyin, rica ediyorum. Kokusu burnuma, pişiği gözüme kadar geliyor!!!

Kaynak : The Sartorialist

Lego

Kaynak : Oatmeal

6 Temmuz 2010

santaroja.blogspot.com

Hey folks!
IP bloklanması sıkıntısını com'lu blogger'cı arkadaşlar yaşamaya devam ededursun, ben bu problemin çözümünü bilemediğimden para verip aldığım alan adını bu sıkıntı geçene kadar kullanmama, daha doğrusu blogspot'a yönlendirme yoluna gidiyorum. Bundan kelli bloğa girebileceğiniz adres:
http://santaroja.blogspot.com (La'sı yok başında dikkat, la'lısı başkasında imiş)
Feedburner'dan da ayar yapıyorum ki Reader'dan okuyanlar devam edebilsin. Başka bir çözüm bilen varsa yardım seve seve kabul edilir.

5 Temmuz 2010

Sevgili Erkekler, lütfen bunu yapmayın! Vol.1

İstediği kadar tasarım ürünü olsun, böyle götünüzde şortlarla çıkmayın karşıma!!!

Akkuyu

Akkuyu'da yapılması planlanan Nükleer Santral ile ilgili benim de ancak bu sabah haberim olan bazı gerizekalılık ve saçmalığın daniskası durumlar mevcut. Henüz duymayan varsa kabul edilen anlaşmadan bazı maddeler;

1. Santral Türk-Rus ortaklığında yapılacak fakat Türkiye'nin payı asla ve katiyen %49'u aşamayacak.
2. Santralin kurulacağı alan mevcut lisans ve mevcut altyapısı ile bedelsiz olarak Rusya'ya verilecek ve santral sökülene kadar onun sayılacak. (60 yıl) Al sana ikinci bir İncirlik vakası.
3. Santral çevresinde ihtiyaç görülen herhangi bir özel mülk derhal kamulaştırılabilecek.
4. Santral için gereken altyapı Türkiye tarafından ve bedelsiz sağlanacak.
5. Santralde çalışacak yabancı işçilere gerekli izinler için kolaylık sağlanacak.
6. Santralde üretilecek elektrik için satın alma garantisi veriliyor. Öngörülen miktardan fazla üretim olursa da satış garanti altında.
7. Kâr dağıtımı konusundaki madde şöyle; "Her bir güç ünitesinin ticari işletmeye giriş tarihinden sonra on beş yıldan daha erken olmamak kaydıyla, proje şirketi Türkiye’ye yıllık bazda net kârının yüzde 20’sini verecek." İlk 15 yıl avcunu yala, sonrasında da 5'te 1'i için aç avcunu!
8. Türkiye topraklarında kurulan bu santralde nükleer silah ve askeri malzeme üretmek yassak. İzin vermiyorlar.
Nükleer silah bence de üretilmesi ama bunun kararını Rusya mı verecek?

Yeni yeni terimler bulmak gerek bu boyunduruk desen tam değil, kapitülasyon desen o da değil, egemenlik ya da hegemonya desen oturmuyor, sömürge desen gibi gelen duruma. Benim dimağım, midem ve kelime dağarcığım yetersiz kalıyor zira. 

29 Haziran 2010

Türk annesi gibisin Radikal

29.06.2010 @ Radikal :

ABD'li sinema oyuncusu ve manken Megan Fox uzun süreden beri arkadaşlık ettiği, kendisi gibi oyuncu olan Brian Austin Green geçen hafta evlendi.

Arkadaşlık etmek nedir ya?!?! Ahahahha bizim kızın konuştuğu deyin bir de, tam olsun!

Çeyrek Yaş

29.06.2010 @ Radikal:

İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre 26-30 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 73'ü 'çeyrek yaş bunalımı' yaşıyor. Çeyrek yaş bunalımı orta yaş bunalımı gibi bir rahatsızlık fakat ortaya çıkış sebepleri orta yaş krizinden farklı. Çeyrek yaş krizi daha çok içinde bulunulan koşulların ve dünyada egemen olan eğilimlerin dışına çıkamamanın etkisiyle oluşuyor. 

Bu depresif hallerimin suçlusu bulundu. 30'unda "30 yaş bunalımı", 35'inde "Orta Yaş Bunalımı", 45'inde "Menopoz Bunalımı", 50'sinde "Yaşlılık Bunalımı" diye gittiğine göre ne yaşadıysanız 26'sına kadar yaşadınız gençler! Sonrası pismiş.

28 Haziran 2010

I am so fudgin' jealous


Ah Şöfeer

Direktörlerden biri, tatile çıkarken havaalanına bıraktığı arabasını ordan alıp evinin otoparkına götürmesi için pazartesi sabahı şirketin tek şoförünü kitliyorsa, kusura bakmayın ben küfrederim. Patron şirketinde çalıştım böyle saçmalık görmedim. Beyefendi nazik kıçını incitmesin, uğraşmasın diye arabasının konforundan vazgeçmiyor; otopark parasını da cebinden veremeyecek kadar pinti. Şoför taksiyle gitsin tee AHL'ye, haşmetvahaplarının arabasını evine götürdükten sonra gene taksiyle dönsün şirkete, o arada bizim işler beklesin, kaç yazar?! Tatil dönüşü o araba istenmeyecek mi gene?! Şurda 3 kuruş kazandırmak için şirkete yüz takla atıp ruhumu satıyorum, paralar nerelere harcanıyor. Artık bu deveyi gütmek istemiyorum Yareppim duy beni plz ltf tşk.

25 Haziran 2010

Elektronik Saybırsonik Clatronik

Hayatımda gördüğüm en rezalet reklam görseli budur. Açık ara.

24 Haziran 2010

Anamı gatma!!!

Ömer Üründül'ün dünkü Gana-Almanya maçının ortalarındaki yorumuna bir alkış biz gönderdik, ikincisini sizden bekliyorum.
- Annan da ortasahanın ortasında çok başarılı.
- Evet abi.

Bilinçsizlik Mutluluktur

İnsanın psikolojisinin fucked up olması ve kronikleşmeye yüz tutan bir depresyonla baş etmeye çalışması yeterince kötüyken bütün olan bitenin farkında olması iyice boktan bir durum. Farkında olmasan probleminin, laylaylom yaşamaya devam edebilirsin örneğin.

21 Haziran 2010

This is London

10 yıl sonra Londra ile ilgili hatırladığın ilk şey deseler, cevabım "Melezler!" olur sanırım.
Akla gelebilecek her çeşit insan ırkının kozmopolit kozmopolit yaşadığı bir şehirde bu pek de ilginç bir durum değil elbette ama varyasyonun pek de çeşitli olmadığı İstanbul'da yaşayan biri olarak bana ilginç gelmesi de çok ilginç değil. Gördüğüm çiftler şöyleydi örneğin; Zenci-İskandinav, Japon-Güney Amerikalı, Çinli-Beyaz, Hintli-Zenci, Hintli-İskandinav, Hintli-Beyaz, Hintli-Japon, Hintli-Çinli. Koca şehrin %75'i Hintli olunca böyle bir ağırlıkları oluyor herhalde :p
Buna istinaden, çok fena gıcık olduğum "cins koruma" saplantısı geldi aklıma. İlanlar vardır ya kedisine ya da köpeğine eş arayan insanların verdikleri; "2 yaşında Safkan Yorkshire Terrier kızıma safkan bir eş arıyorum." diye. Ulen o safkan dediğin böcekten bozma köpek zaten çoğu evcil hayvan ırkı gibi insan eliyle sonradan yapılmış. Öyle olmasa bile, doğada olsa bu hayvancık, "Aman bu bıçkın delikanlı benim asilzade rahmime piç tohumlarını bırakacak, buradan derhal uzaklaşmalıyım." mı diyecek? Bak ortada katır gibi bir örnek var, günün birinde bir aygır bir eşeğe meyletmeseydi çıkacak mıydı tepe tepe kullandığın bu gariban? Nedir bu müdahelecilik? Çeşitlilik ne güzel şey, elleyip ortalığı karıştırıp Tanrıcılık oynamak neden?
Cins tabir edilen hayvanların doğadaki en nazlı, en kolay ve en çok hastalanan hayvanlar olması bile sana birşey anlatamıyor mu?
İşbu çıkarımlarımdan hareketle bir İspanyol ya da genlerinde çilsizinden ginger DNA'sı taşıyan Irish ile melezleşmek istediğimi belirtir, "Hava çok sıcaakkk!!!" yakarışımla 10 günde Londoner olmuş kıçımın kenarı imajımı taçlandırırım.

Not: Başlık, son 10 gün her "Ehh bu niye böyle?!" ya da "Aaa bu niye böyle?" tepkimde aldığım cevaptır.

11 Haziran 2010

Absent

Boğaziçi'nin çimlerini televizyonda gördüğümde demiştim, ben o okulda okuyacağım diye. Bu performansla kendimden Oxford'u gördüğümde orda kalmaya karar vermeyi de bekleyebilirim. Durun bakalım, dönmezsem bi' 10 güne, sığınma talebinde bulunduğumu anlayabilirsiniz. Please mind the gap!

10 Haziran 2010

Onay vs İzin

"Yeni Dettol Antiseptik Yara Spreyi, Sağlık Bakanlığı tarafından izinlidir." reklamını her duyduğumda tekrarlıyorum; "Evet, tarafından!!!"
Benim aklıma takılansa "Bakanlık tarafından onaylanmıştır." ile "Bakanlık tarafından izinlidir."in farkı. Kesin, %1500 bir farkı, bir cinliği vardır bunun da acep ne?

9 Haziran 2010

No Pain!

Yeşil reçeteyle satılan ilaçtan 2 taneyi peş peşe yuvarladıktan sonra miğdem hala burgulu makarna gibiyse herhalde şunu söyleyebiliriz;
Ne sarayda ne handa
3+1 saray yavrusu evimde
Miğdeemmm kanıyoor

8 Haziran 2010

İBB

Belediyeyle alakalı bir sergi/fuarda ömrümü yediğim şu son 2 günden arda kalanlar:
1. Daha önce hiç bu kadar başı kapalı kadını bir arada görmemiştim.
2. Daha önce hiç bu kadar bıyıklı adamı bir arada görmemiştim.
3. Daha önce hiç fuar alanında çöp toplamakla görevli sadece 2'si çalışan kalan 13'ü elleri arkasında kavuşturulmuş yürüyen adam görmemiştim.
4. Daha önce hiç çatısı böyle akan bir kapalı alan görmemiştim.
5. Daha önce hiç akan suları toplamak için ortasında 15 kova olan bir stand görmemiştim.
6. Daha önce hiç böyle bir standı adam etmek için grand tuvalet uğraşmamıştım!!!

7 Haziran 2010

Borcam

Annesinin evinde daha kutusu açılmamış minimum 5 tane Borcam'ı olmayan bizden değildir.
Yeni ev aldığımızda, ki bu takriben 20 yıl önce oluyor, hediye gelen Borcam'lar bu yıl benim evime kutusuyla geliyorsa rahatlıkla "In Borcam I trust" diyebilirim.

3 Haziran 2010

Teknoloji vs. La Santa Roja

Hold your positions. Now, fight!!!

5-6 gündür çektiğimi bir ben biliyorum a dostlar. 12 gb'lık cüce hafızası haliyle bana yetemeyen ofis desktopumdaki bilgileri yeni laptopa aktarmaları için başka bir ildeki IT Bölümü'ne gönderdim geçtiğimiz cuma. Pazartesi bir telefon;
IT Guy: LSR Hanım, kötü bir haberim var. Kasa gelirken darbe almış, hard diskinize ulaşılamıyor.
LSR: Eee, n'apıcaz?
IT Guy: 8 ayrı bilgisayarda denedik, hiç görmüyor bile. Back-up aldınız mı diye soracaktım.
LSR: Back-up'ı düzenli olarak alması gereken siz değil misiniz, siz almadınız mı?
IT Guy: Yok, biz de almamışız. Siz aldınız mı şeetmiştim.
LSR: N'apıcaz şimdi?
IT Guy: Yapılacak birşey yok.
LSR: Yanmış hard diskleri bile kurtarıyorlar, profesyonel insanlar var bu konuda. Konuşsanıza onlarla.
IT Guy: Onay alırsanız yaptırabiliriz. $700+KDV fiyat verdiler.
LSR: (İç ses) Nah verirler onay. (Dış ses) Tamam iletirim ben.

Bu şirketteki yaklaşık 4 yıllık çalışmam puff, uçtu gitti. Mail server üzerindeki attach edilmiş dosyalara kaldım. Ne tatlı.
Ardından gelen minik laptopun 1 usb, 1 de eSATA çıkışlı olduğunu farkettim. Ayrı ekran ve klavye/mouse kullanacağımı bildirmeme rağmen usb çıkışlı bu ekipmanları göndermek akıllarına gelmemiş çocukların. 2 gün 13,3 inch ekranda boynum tutula tutula çalıştıktan sonra gönderilen kablosuz klavye taktığımın ikinci dakikasında kendi kendine "Sparis, indrim, isknto" yazmaya başladığında bir betim benzim atıp yusuf yusuf olduysam da sonra birilerinin wireless'ı ile karıştığımı anladım. Lakin o birkaç saniyelik korku uzun zamandır korku filmlerinde aradığını bulamayan bendenize güzel bir tatmin yaşattı. Gönderilen usb çoklayıcı da fazla enerji çektiği için arıza verince gene minik laptopumla başbaşa 2 gün daha çalışmak zorunda kaldık ki boyun fıtığı olduğuma eminim şu an. En yakın Office Store'a gidip bir kablosuz mouse, bir usb çıkışlı klavye aldıktan sonra işbu satırları arkama yaslanarak yazabiliyorum. Gene de printer bağlantım yok zira boşta usb kalmadı. Olsun, eskiden printer mı varmış?!

Sizleri zerre ilgilendirmeyen bu konuda içimi döktükten sonra artık sevgili Excel tablolarıma geri dönebilir, Office asistanım olan minik ataça türlü şaklabanlıklar yaparak gerzek gerzek gülebilirim. Tanrı Bill Gates'i korusun.

2nd

Bana oldum olası çok garip gelir; bir insanın diğerinin canının içi, uğruna çook şeyden vazgeçebileceği sevdiceği, dünyasının merkezi iken bir anda hiçbir şeyi olması. Ne aranan, ne sorulan, sokakta karşılaşıldığında sadece şaşırılan ama başka duygular uyandırmayan, ne yaptığından/ne ettiğinden/yaşıyor mu olduğundan bile bihaber olunup aslında merak dahi edilmeyen birine dönüşmesi. Normalse, gerçekse bu iki faz da değişen koşullara uyum sağlama becerimiz çok inanılmaz. Değilse hangisi kurmacaydı peki; birbirleri için tek oldukları dönem mi, yolları ayrıldıktan 3-5 gün sonra başkasına canım denilen kısım mı? Ya da c)hepsi. Ne kadar üzülecekleri insanların kendi bilecekleri iş elbette, ama bazı şeylerin gerçekleşmesi için de tek kriterin yalnızlık olması garip geliyor. Samimiyetsizlik genel geçer kural olmuş herhalde. 
Bir zamanlar sormuştum birine, nasıl bu kadar kolay olabilir, diye. "Başka ne yapayım ki." diye cevap vermişti. Sırf tek başına kalmamak adına çevresinde bulduğu ilk insanla "çift"leşenlere o kadar acıyorum ki bu, midemi bulandırıyor. Tanrı bizi onlardan ve onların ikinci tercihleri olmaktan korusun.

30 Mayıs 2010

Tombik Tombik Hoop Tombik

Bildiğin faşist bir yazı yazacağım, başından uyarayım.
Eski arkadaşların yeni çekilmiş fotoğraflarına bakarken (Facebuk klasiği) farkettim; böyle şişko, bir şeye benzemeyen kızlar kendilerince önemli yerlere giderken giyinip süslenip makyaj yaptıklarında çok komik oluyorlar yahu. Tamam onlar da insan ama zaten gıdığın var, zaten benden bile pigmesin, ne bileyim çift çenen, gözlerinin altında Migros torbası kadar torbalar ve tabak gibi bir yüzün var. Suratını pudrayla bembeyaz yapıp kahverengi anne ruju sürmek, üstüne şifon gömlek ve içine askılı giyip ilk 2 düğmeyi açmak bütün bunların üzerine palyaço imajı oluyor, çok üzgünüm ama öyle.

28 Mayıs 2010

Sırt Çantalı Öğrenci

Altında taba rengi, ıslandığında içindeki herşeyi boyayan güderi kısmı olan Eastpak çantaları çok özlediğimi farketttim markafoni'deki Eastpak kampanyasını görünce. Herşey gibi onu da bozmuşlar, peh. Modernizasyon neden sürekli negatif tarafa doğru meyilli oluyor?

26 Mayıs 2010

Where is my mind?

Banka hesabım kredi kartıma bağlı olduğu için ayrıca bir bankamatik kartım yok. Bu 2 yıldır böyle. Alışmış olmam gerekirdi, değil mi?
E peki ATM'nin önünde para çekerken, cüzdanımdaki boş kredi kartı gözünü farkedip kalp krizi eşliğinde panik atak geçirmeler, telaştan cümle kuramamalar, hebele höbele'meler nedir?
Sonunda beyni resetledik, tebrikler.

4A

Yılbaşı değil, doğum günüm değil. Ama bir takım kararlar almak için bunu illa bir güne bağlamak gerekmiyor değil mi?
1. Aseksüel olmak.
2. Asosyal olmak.
3. Antipatik olmak.
4. Aldırmaz olmak.

Bence böylece hayat daha rahat olabilir.

21 Mayıs 2010

Müdür bu, buna çal!

Bir insan 20 cm arkasından gelen ve 4-5 ayrı bisiklet kornasının icra ettiği cehennem zillerine benzer korna senfonisini duymamış ve bu yüzden tepki vermiyor olabilir. İki insan için de aynı bahaneyi kullanabiliriz, hadi üç olsun. Ama ne kadar uğraşsam da haftasonu sahilde dolaşmaya (Yürümek değil, dolaşmak o yapılan eylem.) çıkan istisnasız her insansı yaşam formunun bu kadar vurdumduymaz oluşuna bir anlam veremiyorum. Arkandaki freni patlayıp güldür güldür gelen bir otobüs de olabilir a insan, dolaşma eylemi sırasında beyni standby'a almak nedendir ki?

Açık Kapı Festivali

Gazetede okuyunca hoş bir fikir dedim Açık Kapı Festivali için. Normalde gezmek, görmek imkanı bulamayacağımız; girmenin yasak ya da özel izinlere tabii olduğu tarihi mekanları görme imkanı yaratmak, festivalin amacı. Lakin sitelerine girip bir iki paragraf okuyunca üslubun lakayıtlığı beni organizasyon ve bunun kalitesi konusunda ciddi tereddütte bıraktı. Bir festival sitesinde şöyle bir dil kullanılabilir mi yahu?

...Aynı anda birden fazla yerde olma yeteneğiniz yoksa, birden fazla tura kayıt yaptırırken bunu dikkate alın. Listeler kontrol edilirken bu yeteneğe sahip olduğuna inanan ziyaretçiler kayıt oldukları tüm turlardan başkalarına yer açmak için silinebilirler.

Herkeş bildiğin kişisel blog yazıyor anasını satayım.

18 Mayıs 2010

Beware of the OÇT

Zaman : Cumartesi akşam 8.
Mekan : Ne yobaz, ne de E5 kenarı olmayan, gayrimüslim yoğunluğu fazla güzide bir semtimizin en işlek caddesi.
Kostüm : Dize kadar bordo trenchkot, yakadan alttaki siyah elbise görünüyor (trençkotun altında birşey yok fantağzisi başlamadan bitiyor), no dekolte, ayakta siyah yüksek ökçeler, topuz saç, kırmızı ruj.

Acele acele durdurduğu taksiye binen LSR, taksiciye "Dedeman Oteli'ne lütfen." der.

Taksici, aynadan bakarak konuşmaya başlar:
OÇT: Mesai yeni başladı herhalde.
LSR: Sizin mi?
OÇT: Yok, sizin.
LSR: Ne demek istiyorsunuz siz?!!!
OÇT, orospu çocuklarına yakışır bir biçimde yandan gülerek: Randevunuz var sanırım.
LSR, şok/basiret bağlanması/sinirden ve dumurdan kal gelme halinde: Düğüne gidiyorum!! Bu ne terbiyesizlik, ne cüret ya?!!
OÇT: Kusura bakmayın.

Öyle yok taksiye tek başına binmem, durak taksisi olmayana binmem, taksiye bindim mi plakasını anneme mesaj atarım gibi paranoyaklıklarım yok. Fakat 10 yıldır yaşadığım bu şehirde son 2 ayda başıma 2.orospu çocuğu taksici vakası da geldikten sonra sanırım böyle önlemlere gitmek gerekiyor diyorum. Aklıma edeyim ki basiret bağlanması arasında "Çek karakola!" diyemedim, gerçi bu sayede bir de çok muhtemel polis tacizinden mahrum kalabildim. Sokakta dolaşabilmek için yanımıza 10 yaşında da olsa bir erkek almamız gereken kısımlarına geldik mi romanın?

17 Mayıs 2010

İrezil

Biliyorum hassas bir konu, biliyorum bir Galatasaraylı olarak elin şeyiyle gerdeğe girmek yakışmaz, biliyorum çok yakın arkadaşlarımda hasta Fenerliler var ama sormadan edemeyeceğim; dünkü rezalet neydi öyle yahu?!?!

17.05.2010 @ Radikal :
Fenerbahçe-Trabzonspor maçında "Bursaspor berabere kaldı, Fenerbahçe şampiyon' anonsu yapan Hakan Bingöl adliyeye sevk edilirken Başkan Aziz Yıldırım'ın, skandala neden olan Hakan Bingöl'ü dövdüğü iddia edildi.

12 Mayıs 2010

Yaa bir yürü git!

Mezun olduğum üniversiteyi çok seviyorum fakat oradan mezun olan ve "Boğaziçili" alt kimliği altında bir şekilde toplaştırılan herkese aynı sempatiyi duyduğumu söyleyemeyeceğim. Yine de alakalı alakasız her konuda, "Boğaziçililer de böyle yapıyormuş/söylüyormuş, öyle duydum." misali dübürden uydurma bok atmalardan bana fenalık geldi. Hiçbir Boğaziçili daşak geçmek dışında Canpare isimli bisküviyi Kenpeyr diye okumaz, lütfen bu kadar da abartmayın, illa kötüleyecekseniz ne bileyim kapitalist duruşundan, mezunlarının kendilerini bir halt sanmasından, Türkçe konuşurken araya İngilizce sözcük sokuşturma gıcıklığından bahsedin de "Yaa bir yürü git." tepkisinden başkasını hakedin. Bakın rica ediyorum.

9 Mayıs 2010

You are Mine.

7 Mayıs 2010

Neden 3?

Dün gece IKSV'nin yeni binasında konser veren Secret Chiefs 3 isimli kukuletalı grupla ilgili iki adet temennim var:
1. Birileri bu adamcağızlara birer bağlama hediye etsin. Elektro gitarla oyun havası çalmaya çalışmak zor iş.
2. Yapımcı ve besteci olan, aynı zamanda grubun kurucusu Trey Spruance'nin ablası Perwoll Siyah Sihir kullansın. Herkesin cüppesi siyahken adamınkinin rengi atmıştı, yazık lan.

Başlıktaki sorunun cevabını ve 1. ile 2. şubenin nerede olduğunu ise inanın bilmiyorum.

6 Mayıs 2010

Dialog

Sıradan bir ofis günü. Sekreterle aramızdaki sıradan bir dialog:

- X Bey'i kaybettik. (Bulamıyorum manasında.)
- Boşluktadır belki. (Yangın merdiveni boşluğu manasında.)

Hıdrellez

Romanların eğlence kültürünü severim. Dilek tutmaktır, fal baktırmaktır bu tarz umut tacirliğini severim. Açık havayı, çimleri severim. Dansetmeyi, daha amiyane tabirle oynamayı severim. İçmeyi, eğlenmeyi, kalabalıkla cozutmayı severim. İşbu sebeplerle, dün Ahırkapı'ya Hıdrellez Şenlikleri'ndeydim. 2 yıl önceki etkinlikte yaşadığımız sokak arasında ezilme korkusunun aksine bir üniversite şenliği havasında çayır çimene yayılım söz konusuydu ki başka "Eğlenemeyeceğiz herhalde." dediysek de sonradan bildiğin eğlendik. Efes standından tef kalmamıştı ona gıcık olduk bi' tek. Yeterli sayıda tuvalet, bir dolu kafayı sokup fotoğraf çektirmelik stand, ortada dolanan ve peşlerinden davulcunun tabiriyle sürüklendiğimiz çalgıcı çengici, 1001 tip insan iyiydi de o dönüş çilesi yok mu Ahhh!!! Tramvayda yer olmadığı ve yoldan geçen her 10 arabadan 8'i ticari taksi olmasına rağmen hiçbiri boş olmadığı için Ahırkapı'dan Sirkeci'ye kadar yürüdük, orda şans eseri sığışabildiğimiz bir tramvaya denk geldik de Kabataş'a ulaşabildik, Kabataş'ta bir yarım saat taksi beklemecesi daha, sonunda 2 saate yakın bir sürede Ahırkapı'dan Taksim'e geldik. Taksicinin söylediğine göre 100,000 kişi Ahırkapı'daymış dün akşam. Bir sonraki seneye yanımızda getireceklerimizin listesini yaptık biz de;
1. Piknik sepeti
2. Birkaç şişe şarap ve kanyak
3. Lazımlık
4. Lazımlığın çevresine germeye 2 adet plaj havlusu
5. Serip üstüne oturmalık bir yaygı
6. "Canııımm burda kaldık eve ulaşamıyoruz çok zor durumdayız" dediğimizde gelip arabasıyla bizi alacak İstanbul'un çeşitli bölgelerinde yaşayan bir miktar bize hasta arkadaş.

Yalnız en son ateşin üzerinden atlarken dilek tutmadığımı farkettiğim salise bir anda aklımdan geçirdiğim "Para pul" dileği de ne kadar materyalist bir insana dönüştüğümü göstermiyor mu?

5 Mayıs 2010

Hak hukuk

Dün gece arabasına bindiğim taksici klasik "Bütün taksiciler üçkağıtçı, bir ben namusluyum." konulu tiradını atarken zamanında Cevahir Oteli'nin önünden aldığı İngiliz bir müşteriyi, otel görevlilerin götürürse karşılığında €100 alacağını söylediği balık restoranına değil de kendi tanıdığı bir yere götürdüğünü anlattı. Burada birlikte balık yedikten sonra adamı otele geri getirdiğinde taksi hesabının üzerine 65 TL tutan balık parasını da ekleyip €100 hesap çıkardığında adamın kendisine €500 uzatıp "Ben çok iyi Türkçe biliyorum aslında, diğer taksiciler beni anlaştıkları yerlere götürüp €750 hesap ödetiyorlar, balık da harikaydı, bu para sana helal." komplikeliğinde ve Türklüğünde cümleler kurduğunu söylediğinde bende birşeyler koptu. Ama asıl kopuş, taksicinin adamın neden kazıklandığını bile bile bu parayı ödemeye devam ettiğini önce bana sorup akabinde cevabını kendisi verdiğinde yaşandı:
"Bunlar gavur ya, bunların hakkını alınca öte dünyada helalleşemiyorsun. Onların günahını da alıp direk cehenneme gidiyorsun. Onlar da bunu bildiğinden haklarını yediriyorlar."
Herkeş bir Dan Brown olmuş haberimiz yok.

İadeli Taahhütlü Mektup

Sevgili Eyyamyallahjöküz,

Kırk yılın başı bir Londra'ya gideyim dedim. Duyduğuma göre püskürtüğün yüzünden İngiltere'deki uçuşlar gene iptal olmuş. Kibarca ifade etmem gerekirse senin kraterinin orta yerine ş'apayım. Seni akla ve nizama davet ediyor, 190 yılda bütün biriktirdiklerini na bugün boşaltıp benim gitmeme yakın başka bir arıza çıkarmamanı temenni ediyorum. Aksi takdirde yanardağlar kapatılsın diye Facebok'ta grup açıp bunu diyen en az 500 milyon kişi toplayacağım.

Sevgiler,

LSR

2 Mayıs 2010

Fikrim geldi!!!

Spor salonunun sıkışık zamanlarında, koşu bandı ya da diğer aletlerde sıra beklemek zorunda kaldığımda, insanların kaçar dakikası kaldığına bakıp ona göre kimin arkasında bekleyeceğime karar veriyorum. Ayrı sistemin otobüslere, metrolarda, metrobüste de uygulanmasının harküleyt olacağı geldi aklıma bugün. Şöyle ki; koltuğa oturan yolcu hangi durakta ineceğini önündeki ekrana tuşlasa, buna göre koltuğun tepesinde oranın hangi durakta boşalacağı bilgisi görünse, araca yeni binen insanlar da bu bilgiye göre kimin yamacında bekleyeceğine karar verse, hoş olmaz mıydı??

29 Nisan 2010

"OOO"

Ofisindeki Genel Müdür hariç kimsenin "Out of Office" olacağını bildirmeye tenezzül etmediği, bu yüzden işlerinin sürekli aksadığı benden başka bir çilekeş daha var mıdır?

28 Nisan 2010

Sen, felancayı alıyor musun?

Birkaç hafta içinde elime arkadaşlarımdan gelen 3. düğün davetiyesi ulaştı. Şimdiye kadar ailemden ya da işten ötürü tanımadığım kimsenin düğününe gitmediğim için ilginç bir his oluşturdu bu durum bende; biraz "ne aceleniz var" duygusu, biraz şaşkınlık, biraz heyecan, biraz onlar adına sevinme, biraz onlar adına üzülme, biraz ne giyeceğim telaşı, biraz "bizden kimleri görürüm" merakı, biraz "ne takacağım" derdi. Annemin düşüncesi ise farklı; biraz "ne güzel hayatlarını kuruyorlar" özlemi , biraz "kızım sana söylüyorum, yine sen anla" laf dokundurmacası, biraz benden umudu kesiş, biraz hayalkırıklığı. Bir anlasam nedir bu yüzüklen(dir)me merakı??

Asrın Hatası : Müsli

İnsan olan diğer insanın yemesi için böyle şeyler icat etmez. Hayata küstüm resmen.

27 Nisan 2010

Burkuk Alice

Topikal antienflamatuvar, Proton Pompası İnhibitörü ve Meloksikam diye ilaçlar verdi Toktor Bey, röntgenden sonra. Bir de sol el bilek ateli.
Sekreterimiz odama bir nazar boncuğu asmamı önerdi. Ona "Yeterince kuvvetli değilmiş nazarları, bir öldüremediler beni." cevabını verdim.

26 Nisan 2010

Ben Bugün Vol.5

Ben bugün emniyet kemerini takan bir uzun yol otobüs şoförü gördüm. Şoför amca Ray-Ban gözlüklerini takıp teypte çalan kemençeyi dinledi. Bir sonraki rotası tevekkeli Rize değilmiş.

21 Nisan 2010

Eylencelik

Bir arkadaşın arkadaşının arkadaşı, kesinlikle yüz yüze tanışmadığım bir zat-ı muhterem, sandıkları açıp tozlu fotoğrafları eşelemiş eşelemiş, dimağının karanlık koridorlarında gezinip maziyi hatırlamış, çıkarttığı dumanı mesaj kabilinden yollamış bize. Okuyunuz, okutturunuz. Resimli Hayat Ansiklopedisi.

Ben Bugün Vol.4

Ben bugün yerinde tespit ettim ki İnegöl köfte bizim bildiğimiz gibi parmak şeklinde olmazmış. Bildiğin kasap köfte şeklinde ama daha minikmiş. Porsiyonu da pekala 7 TL olabiliyormuş!

19 Nisan 2010

Ben Bugün Vol.3

Afilli geçinen restoranların kadınlar tuvaletlerinde saçma sapan malzemelerle karşılaşabilirsiniz. Pamuk, aseton, deodorant gibi hadi gene olabilecek ürünlerin yanı sıra toka sepeti, roll-on, allık, far, göz kalemi, oje gibi saçma sapan ürünler de bulunabilir ayna önünde. Yıllardır bu anlamsız davranışın canıma tak etmesi ve o boynu bükük ojenin gönlünü almak maksatlı olarak, ben bugün bir restorantın kadınlar tuvaletindeki gariban sedefli beyaz ojeden serçe parmağıma sürdüm. Varoluşunu anlamlandırdım.

16 Nisan 2010

Gıccık Kız Vol.13

Cep telefonundan arayan banka müşteri temsilcilerinin istisnasız hepsinin, istisnasız her seferinde "LSR ile görüşebilir miyim?" diye sormasına gıcık oluyorum! Cep telefonu bu, kim açacak başka? İlla garantiye alacaksan "LSR ile mi görüşüyorum" desene emin olmak için! Bu soruyla bir sonraki karşılaşmamda "Bir saniye ben Dr.Jekyll, Mr.Hyde'ı vereyim. Rooaaarrr! Buyrun Mr.Hyde ile görüşüyorsunuz." demeli.

15 Nisan 2010

Kim bunlar kim bunlar??

İşe geç geldiğim istisnasız her gün İstanbul'da yaşayan insanlara hayret ediyorum. Saat 8 de olsa, 10 da, hatta öğleden sonra 2 de, metro da, sokaklar da, alışveriş merkezleri de tıklım tıkış! O saatte işte olmanız lazım değil mi a canlar?? Gençleri eleyelim, öğrencidir onlar diyelim. Bebekli kadınları eleyelim, doğum iznindeler diyelim. Bir kısım kadını da eleyelim, ev hanımı diyelim. E geri kalan 25-55 yaş arası, sağlıklı, nispeten iyi görünümlü (berduş değil yani) insan ne arıyor her gün her saat sokakta? İşsizlik midir bunun açıklaması, ki o durumda ellerindeki poşetleri, altlarındaki arabaları açıklayın bir zahmet bana. Hepsi bir serbest meslek erbabı? Hepsi mi sanatçı? Hepsi mi mirasyedi, hepsi mi ev kadını/erkeği? Kim bunlar yahu??

14 Nisan 2010

Je T'aime... Moi Non Plus

Zamanında 24 saat birlikte dinlenmiş ve uzun süredir listeye atılmaya dahi cesaret edilemeyen şarkıların yazılış hikayelerini izlemek, bir psikolojik gerilimin olmazsa olmaz öğesi olan "korkularla yüzleşme" etkisi yaşattı dün. Yüzleşmek iyiymiş.

- Je t’aime je t’aime
Oh oui je t’aime
- Moi non plus
- Oh mon amour
- Comme la vague irrésolue
Je vais, je vais et je viens
Entre tes reins
Je vais et je viens
Entre tes reins
Et je me retiens

City's Farkı

İstiklal sinemalarının patır patır kapatılması, festival kapsamında bazı gösterimlerin City's AVM Sineması'nda yapılmasıyla sonuçlandı. Farklı bir beklentim yoktu biletleri alırken, gösterimleri saati bana uyan ve yakın olan sinemalardan seçtiğim için 8'de 1 City's'e (Çift tırnaklı kullanımla literatüre geçer miyim?) denk gelmişim. Tipik festival izleyicisinden farklı bir kitle beklemiyordum ki City's farkını farkettim. 13 punto yılan derisi ayakkabılar ve elde devasa popcornlar, dirsekte sallanan Hermes çantalar ve bükük bilekte bir Blackberry ya da Ayfon. Ekonomik durum iyileştikçe kurallara uymamayı bir halt sanma dürtüsü de geliştiğinden biletlerdeki numaralara bakan yok, herkes beğendiği yere çöküvermekte. Parfüm kokusu alerjik astımımı azdırıp burnumu kaşındırmakta ki bu durum, film boyunca elimdeki kağıt mendille beyin ameliyatı yapmama sebep oldu. Film nihayet başladığında sağdan soldan telefon pırıltıları eşliğinde ilk 10 dakikayı geçirdik ki Çaat! bütün ışıklar açıldı, belirtmeliyim bu esnada film devam ediyor. 2-3 dakika bekledikten sonra alkışlar ve ıslıklarla yapılan protesto sonuç verdi ve ışıklar kapatıldı. Yaklaşık 1 saat sonra yine Çaat! ışıklar açık, gözler mahmur, film devam ediyor!!! Gürültü işe yaramayınca bir cengaverin sinirli sinirli salonu terkedip olaya el koyması gerekti ama o 5-6 dakika piç oldu haliyle. Arada ben de yandım ama,
MÜSTEHAK SİZ "AA ETKİNLİK VARMIŞ KOŞ KOŞ" KOKOŞLARINA!!!

Two Girls and a Guy

Başlığımız bir porno filmden alıntı değil. 2 Guys, a Girl and a Pizza Place'e gönderme olabilir ancak. Azcık açayım konuyu, "Hah biliyorum ben bunları yaa" demeyene parasını iade ediyoruz.
Ekseriyetle ortaokul, lise sıralarında; daha geç gelişen bünyelerde üniversitede iken görülen bir davranış biçimidir 2 girls and a guy. Sevgililik müessesinin henüz el ele tutuşup tenhada kıkırdamak, azcık mıncıkla(n)maktan ibaret olduğu dönemler. Genç kızımızın kanı kaynadığı ve yasak olan şeyi yapmak istediğinden erkek arkadaşı ile buluşmak/görüşmek/kaynaşmak ister de kah dötü yememek olsun kah görürlerse ne derler korkusu olsun bir yusuf yusuf durumu da olduğundan tek başına gidemez. Bu noktada devreye bu işlere bulaşmayan silik en iyi kız arkadaş, küçük kız kardeş, komşunun ilkokula giden sümüklü veledi gibi destek kuvvetler alınır ve 3'lü bir buluşma gerçekleştirilir. Sokakta erkek ortaya alınarak yan yana yürünür, bir yere oturulduğunda iki kız birlikte oturup adamı karşılarına alırlar, bütün muhabbetler 3'lü döner, ne bir yakınlaşma olur ne bir halt, e niye buluştun o zaman?!
Ortaokul ve liseyi Anadolu'nun güzide bir kentinde inekçe geçirmiş bir bünye olarak bunları yap(a)madım hiç, üniversiteye geldiğimde ise ya işleri bu kadar ağırdan alacak sabrım yoktu ya da silik en iyi kız arkadaşım, bilemiyorum, yine tecrübe edemedim. Ancak şu devirde İstiklal'de hala yan yana sallana sallana yürüyen üçlüleri görüyorsak bu kutsal bir müesseseymiş deyip hakkını teslim etmeliyiz sanırım.

11 Nisan 2010

Acıklı Sıkıntı

Pazar akşamı saat 11'de duyduğum his, hani şu klasik elinden şekeri alınmış mızırdayan çocuk hissiyatı vardır ya, işte ondan. Hele hele daha nevresim takımı değiştirilip (Damn çift kişilik yatak!!!) banyo yapılacaksa o şeker yere düşüp toza toprağa bulanmış oluyor!

Sosyal mecra

Facebok'landım anacığım. Fan Page bilem yapacağım, ne diyorsunuz, şaşırdım iyice değil mi :D

Edit : Ahanda blog sayfası bile var artık.

9 Nisan 2010

Self Destruction

İnsanın sonunda yine ağzına sıçılacağını bile bile, göre göre aynı haltı yemeye devam etmesi bir nevi intihar sayılabilir mi?

8 Nisan 2010

Bu bir mantıksız çıkarımdır

Bebek bezi kaç lira, google'dan araştırılır; 50 tanesi 18 TL.
Ped ne kadar; paketi 3,5 filan. Keza kondomun da paketi 15 TL desek...
Bir takım 1500 kafalar eşliğinde mantıksız çıkarımlar sonucu çıkan karar : Çocuk yapmak çok ekonomik!!!
Bu kâr durumunu muhafaza etmek içinse takriben 4 yılda bir hamile kalmak gerekli.
Hadi bu kıyağımızı da unutmayın.

7 Nisan 2010

Israr hakkında doğru bilinen bir yanlış

Doğru olduğu sanılan yanlış bilgilerden birinin varlığını öğrendim geçenlerde. Böyle düşünen varsa siz sevgili erkek okuyanlar içinde de, düzelteyim: Israr her kapıyı açmaz. Olmazı oldurur yapmaz/yapamaz çok ısrar, bazı şeylerin/kimselerin GERÇEKTEN hiç şansı yoktur. Biliniz, ona göre davranınız.

Paskalya

Bir İtalyan restoranında siparişlerimizin gelmesini beklerken sevgili Genel Müdür'üm soruyu attı ortaya, "So why do you have Easter eggs?" (Yani, neden Paskalya yumurtaları var?) Kısa bir sessizliğin ardından teoriler havada uçuştu; İsa'nın tabutunun yumurta şeklinde olduğu ve bir urganla bağlandığı için yumurtaya benzetildiğinden tutun da İsa'nın yeniden doğuşuna bir gönderme olmasına ya da İsa'nın saklandığı mağaranın kapısının oval olduğuna kadar. Yetmedi, evdeki veletlere mesajlar atıldı, google'layıp cevap bulunsun diye. Her telefona başka cevap geldi, herkes kendi teorisinin doğru olduğunu savundu, kimse Avarel bir Türk'ün o akşam o soruyu sormasına kadar 55 yıl bunu neden sorgulayıp öğrenmeye çalışmadığıyla ilgilenmedi. Ertesi gün başka bir grupla başka bir İtalyan restoranında yemek yenecekken bir önceki geceki gruptan biri ortaya attı konuyu tekrar, yine pek çok fikir ve pek çok google açıklaması. Herşeyin kendi ülkeleri ve kendi dinleriyle var olduğuna inanan bu arkadaşlar, yumurta boyamanın Hristiyanlıktan çoook önceden beri uygulanan bir adet olmasını pek önemsemediler. Bu esrar henüz çözülmeden "O halde Paskalya tavşanı neden var?" sorusuna gelen cevap "It represents fertility." (Doğurganlığı temsil ediyor.) Paskalya'yı filan unutturup muhabbeti farklı kulvarlara taşırken her zamanki gibi evrenselin değil herkesin kendi gerçeğinin geçerliliğini de kanıtladı geçti. Yemekteki Scaloppine ai funghi porcini de şahaneydi.

6 Nisan 2010

Gıccık Kız Vol.12

Başkasının fikriyle gerdeğe girmeye kalkıp olduramadığı halde ittire kaktıra zorlamaya çalışanlara gıcık oluyorum!
- O öyleymiş, bu da böyleymiş.
- O öyle değil bak, doğrusu şöyle.
- Aa hayır böyleymiş, hatta şöyleymiş.
- Nerden biliyorsun?
- X öyle dedi.

X'e koyiim sana da birşeyler olsun arada e mi.

Bu polisler kendilerini 5 Saniye içinde yok edeceklerdir!

05.04.2010 @Radikal:

Kosova'nın Klina kentinde bir banka şubesinde "soygun var" diye bağırarak 1 Nisan şakası yapan bir kişi, mahkeme tarafından 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Klina Belediye Mahkemesi, R.R’yi (30), yaptığı şaka nedeniyle doğan maddi zararlardan ve yaralanmalardan sorumlu tuttu. R.R’nin yaptğı şaka sonucu banka görevlilerinin alarm düğmesine basması üzerine olay yerine gitmek üzere hareket eden polis arabası aşırı hız yüzünden yolda kaza yapmış ve 3 polis memuru yaralanmıştı. Bu arada banka çevresinde bulunan ve alarmı duyan başka bir polis memuru da olaya müdahale etmek isterken demir parmaklıklara sıkışmış, itfaiye ekipleri tarafından kurtarılmıştı.

Ahahahehahahehahahehahahmuaheuahaehauehaehaheuahehahahehahahehahahehahahmuaheuahaehauehaehaheua.

Beyond Sth

2 hafta kadar oldu, kanallar arasında manasızca dolanırken ayda 9,5 TL verdiğim sevgili Sinema Paketi'mi kullanmış olmak maksadıyla kendimi Sinema 1 ve Sinema 2 kanallarında birşeyler izlemeye zorladığım sırada The Kingdom isimli, kahraman Amerikan askerleri ve Pocahontas kılıklı yerel rehberin maceraları temalı bir film izledim. Bu sefer bir erkek suretinde karşımıza çıkan sevgili Pocahontas'ı canlandıran aktör dikkatimi çekti ama. Ashraf Barhom'un 8 filmden oluşan filmografisine baktığımda !f İstanbul kapsamında en merakla beklediğim filmlerden biri olan Lübnan'da da oynadığını görmemin üstüne, dün akşamki Titanların Savaşı'nda bir Türk cengaver olarak karşıma çıkınca bunu bir işaret kabul edip bundan sonra kendisinin resmi takipçisi gibi birşey ünvanı elde etmiş olmam gerektiğini anladığımı bildiririm. 3/8, bence iyi oran.
Bir de Amerikanyalılar sakallı, bıyıklı, kıllı bir Ortadoğulu görünce tabii ki ne demiş; beyond sexy.

KaKa KiKi

Kiki diye bir mekan var(mış) Cihangir'de, yanlışlıkla tıklarsınız da hit kazandırırsınız diye link vermiyorum. Uyarıyorum, hiçbir halta benzemeyen bu cafeden bozma çay bahçeli sardalya kutusu barımsıya gitmeyin. Cumartesi gecesi ~15 kişi tıkış tıkış yere girip sığamadığınız için geri çıktığınızda, grubun yarısı içeride mahsur kaldığında ve kalan yarısı dışarıda bu grubu beklerken tek bir kadın olarak içeri tekrar girmek istediğinizde kapıdaki angut güvenlik bozmasıyla şöyle bir dialog yaşayabilirsiniz çünkü;
Angut : Kusura bakmayın, sizi biraz bekleteceğiz.
LSR : Neden?
Angut : Canımız öyle istiyor da ondan.
LSR : (İçinden) Canını skiyim. (Dışından) Keyfiniz bilir, bu kapıdan bir daha da girmem zaten.
Haksız şöhret kazanıp bir anda popüler olmuş, bu manasız şöhreti de ayran budalası arkadaşlarımız tarafından hunharca körüklenen mekanların genel trendini izlediniz. Ah çileli Cihangir, neden böyle çocuklar doğuruyorsun sürekli??

5 Nisan 2010

Küçüktüm küçücüktüm Vol.4

Çocukluğumda çalışma prensibine ve çıkardığı işe en çok hayranlık duyduğum aletlerden biri cam sileceğiydi. Öyle şimdiki gibi evlerde olmazdı bu, şimdiki gibi banyonun zeminindeki suları toplamak için falan da kullanılmazdı; araba ve vitrin camı silinirdi ancak. Köpüklü bezi sürdükten sonra silecek, uçuca eklenmiş S'ler şeklinde aşağıya çekildiğinde camın pırıl pırıl ortaya çıkmasını pek bir etkileyici bulurdum. Şimdilerde otobüs duraklarını böyle temizliyorlar ya, itiraf ediyorum hala gözlerimi alamıyorum!

2 Nisan 2010

Sıkı can kolay çıkmazmış - Oley!!!

Öyle "Herkesten nefret ediyorum", "Kimse beni anlamıyor" temalı ergenvari bir durum değil anlatacağım. Daha çok "So what..." şeklinde özetlenebilir belki.
Yeni bir şey de değil, ne zamandır böyle olduğunu bilmiyorum bile. Yarının ne getireceği konusunda en ufak bir merakım yok, en banal deyimiyle "yaşama sevinci" denen şeyin neye benzediğini unuttum değil, öğrendiğimden emin değilim çünkü. Öyle gerizekalı gibi hayatımın anlamı yok, öleyim bari de demiyorum, yaşanması gerek bir şekilde gibi geliyor. Bir şeyi ya da birisini beklediğim yok, sadece herşey nasıl olması gerekiyorsa öyle devam ediyor gibi. Cuma akşamı evde tek başına oturuyorum ve bu, gidecek bir yerim olmadığı için değil de evde oturmak o an öyle olması gerekiyormuş gibi göründüğünden. Sebepsiz yani. İnsanların yanında sıkılıyorum, yalnızken sıkılıyorum, muhabbet ederken sıkılıyorum, yemek yerken sıkılıyorum, uyurken sıkılıyorum, susarken sıkılıyorum, konuşurken sıkılıyorum, sıkıntım taşıyor bulaşıyor vıcık vıcık. Ama başka türlüsü de olamazmış gibi geliyor, kanıksıyorum, "herşey olması gerektiği gibi" görünüyor. Teyzeleşiyorum, tepkisizleşiyorum, zımparalanıyorum. Yoksa herkes/herşey bu ya da benzer hayatlardalar da ben mi çok mu şey bekliyorum?

Bir Garip Freeshop Hikayesi

"Ben yandım, siz yanmayın" temalı yazılarımdan biriyle daha, eğitici ve öğretici yönümle karşınızdayım. Konumuza malzeme olan olay Sabiha Gökçen Freeshop'unda başlıyor.
Bir karton Lucky Strike €22, iki kartonun yapıştırılmak suretiyle elde edildiği kombo paketin fiyatı ise €32. Yanımda hiç sigara kalmadığı için 1 haftalık Almanya seyahatim boyunca içmek üzere zula almak amacıyla rafların arasında dolaşırken bu fırsatı kaçırmayıp 2'li karton paketini aldım. Yanında birkaç sipariş krem, çukulata vs. Torba elimde, sallaya sallaya Köln havalanında valizleri alıp kapıdan çıkmak üzereyken 2 güvenlik görevlisi "Lütfen bagajlarınızı X-Ray'den geçirir misiniz?" dedi, saklayacak birşeyimiz yok ya, geçirdik rahat rahat. Kendi aralarında birşeyler konuşmaya başladılar sonra, bir problem mi var dediğimde "Almanya'ya sadece tek karton sigara sokabilirsiniz, diğerinin vergisini ödemeniz gerek" dediler. Gerisi şöyle birşeydi;
LSR : Vergi ne kadar ki?
Güvenlik : 38 Euro.
LSR: Neeaa?! 2 kartona 32 verdim ben??
G: 1 karton fazlanız olduğu için sadece vergi ödeyeceksiniz, daha fazla olsaydı ceza da ödemeniz gerekirdi ki ceza €80. (Attım bunu, seksenli birşeydi ama unuttum şoktan)
LSR: E atayım bir kartonunu çöpe o zaman?
G: Atamazsınız.
LSR: Size vereyim? İçersiniz. (Türk kafasııı!!!)
G:?!?
LSR: Ama kimse uyarmadı beni, bilmiyordum ki. (featuring puppy eyes)
G: Şu an kırmızı hattasınız. Eğer yeşil hatta gitseydiniz bunu beyan edip girebilirsiniz. (Hiçbir yerde kırmızı ya da yeşil tabelası da yok ha!)
LSR: E gideyim yeşil hatta.
G: Bir kere kırmızıya geldikten sonra yeşile gidemezsiniz.
LSR: Koşayım hemen geriye?
Bu noktada güvenliğin bakışları değiştiği için geri adım atılır. Alman hapisleriyle uğraşmak için fazla ürkeğim.
LSR: Kredi kartı geçiyor mu?

Kös kös €38 ödenip Türkiye fiyatlarıyla aynı parayı ödeyerek 2 karton Lucky Strike'a kavuşulur.

1 hafta sonra geri dönüşte Tax Free noktasıyla uğraşıp uğraşmamayı düşünürken uzaktan bankodaki elemanı tanımamla "Bu bir onur meselesi, o tax'in bir kısmını geri almak durumundayım!" gazına gelip 15 dakika uğraşıyla €8'yu geri aldım. Rövanş benimdi artık. O, 38 Euro'sunu gasbettiği mazlum Türk kızını tanımadı ama olsun.

Komik olan nokta, toplantıda bir İngilizin söylediği "Sana havaalanında bunu satmamaları gerekirdi, sonuçta biniş kartıyla işlem yapıyorlar, gideceğin noktaya göre limitleri bildirirler normalde." sözünü dönüşte AHL Freeshop'una ilettiğimde aldığım "Bizde öyle biletle limit eşleştirme teknolojisi yok." yanıtıydı. Kendi bacağınızdan kendiniz asılın, her yerin limitini gitmeden öğrenin, tilkiyim derken kaz olmayın.

Eğitim Şart

İspanya'daki ilkokullarda verilen basit cinsel eğitimin görselleriymiş bunlar güya, yerseniz. Yine de yaratıcı.

1 Nisan 2010

Gurbetçi Alice

Guud morning İstanbuull!!
Bu klişe ama sevimli girişten sonra sevgili ve pek değerli Virgilius hariç hepinize teessüflerimi iletiyorum. Asla şu "Yokluğumda iyi olup olmadığımı maille ya da yorumla soran arkadaşlara teşekkür ediyorum, sizleri seviyorum." blog yazarlarından olamayacağım sayenizde. İnsan bir merak filan eder, di mi?! Gurbetteydim efenim, evet gurbette!
---------------------------------------
Paparazzi raporumuza göre 31 Mart 2010 Çarşamba günü yerel saatle 14:00'da Köln havaalanına inen uçakta bulunan şarkıcı Alpay'ın, "Acaba beni tanıyan gözlerle karşılaşıp ego tatmini yapabilir miyim?" bakışlarıyla etrafı taradığı görüldü. Son derece yalnız ve kel olan Alpay, aradığını bulamayınca kös kös bagaj alanına gitti.
---------------------------------------
Velhasıl kelam, adeta çukulatalı ve muzlu bir pastayı çağrıştıran ve Türkiye'de eşi benzeri olmayan binomial saç rengimin, Almanya'da geleneksel olarak uygulandığını ve 100 m2'ye 1 oranında düştüğünü görmem, beni hezeyanlara sürükleyip sürekli İngilizce kursu satın almaya zorlanmam da iyice gıcık etti. H&M, New Yorker, Tally Weijl, Six, Orsay ve Pimkie hatrına katlandım artık n'apalım. Yalnız her seyahat dönüşünde 250+ maille karşılaşmam ömrümden 5'er 5'er götürüyor, biline.

24 Mart 2010

Bu firariyi ordan bulduğm

24.03.2010 @Radikal:

Cezaevinden iki ay önce firar eden 'Örümcek adam' (Ömer Kaşık) Alanya'da saklandığı emlakçıda yakalandı. Polis, 25 yaşındaki firarinin internetteki sosyal paylaşım sitesi Facebook'taki profilinde yer alan fotoğraflarının hepsinin aynı bölgede çekilmiş olmasından yola çıkarak adrese ulaştı.

Türk polisi de sonunda İngiliz ve Amerikalı meslektaşlarından ilham alarak suçluların peşine facebok'tan düşmeye başlamış. Sanal suçlar/takip dairesi -öyle bir birim vardır herhalde- bütün gün oturup facebok profillerini ve fotoğrafları mı geziyor acaba?
"Burda çirkin/dötüm gibi çıkmış."
"Bak burası güzelmiş, ipnetor nerelerde geziyor."
"Uff böyle manitam olacaksa dünya kadar borcum olsun."

Bakınız terbiyeli polis monologları yaptım, zira %90'ı badem bıyıklı artık. Çorba/sigara parası istemeyi bilirler ama cumalarından da eksik kalmazlar. Perhiz vs. lahana turşusu.

23 Mart 2010

Ben Bugün Vol.2

Ben bugün siz izinliyken atılan maillerin okunma gerekliliği olmadığını öğrendim.

LSR : XX Hanım, sizden güncel maliyet bilgisi istemiştim, halen geri dönmediniz?
XX : Mail mi attınız, ben görmedim ki öyle birşey.
LSR : Geçen hafta atmıştım, 18'inde.
XX : Aaa ben izinliyken atmışsınız.
LSR : Siz izinliyken attığım mailler sayılmıyorsa bir daha atayım aynını isterseniz?!?
XX : Yok tamam, okurum şimdi ben onu.
LSR : ... Sağolun...

Öğrencisin sen, tepkisiz kal!!!

11.12.2009 @ Radikal:

25 Kasım'daki kamu emekçilerinin iş bırakma eyleminde öğretmenlerine destek için okul önünde mini bir yürüyüş düzenleyen Profilo Anadolu Meslek Lisesi'nden bir grup öğrenciye 3 gün uzaklaştırma cezası verildi. Eyleme giden memurlara soruşturma açıldığına dair bir bilgi ise kamuoyuna yansımadı.

13.01.2010 @
Radikal:

Çukurova Üniversitesi’ndeki Fevzi Çakmak Öğrenci Yurdu’nun yemekhanesinde kendilerine at ve eşek eti yedirilmesini protesto eden öğrencilerden sekizi hakkında yurt yönetimi soruşturma açtı. Soruşturmada öğrencilerin protesto eyleminde attıkları ‘İnsanca bir yurt istiyoruz’, ‘Yemekhane kamulaştırılsın taşeron firma istemiyoruz’ sloganları suçlama konusu yapıldı. Soruşturma evrakında öğrencilerin attıkları sloganlarla yurt müdürünün küçük düşürüldüğü de iddia edildi.

12.02.2010 @ Radikal:

Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanlığı, TEKEL işçilerine destek vermek için Beytepe Kampusu Öğretim Üyeleri kafeteryasında eylem yapan 96 öğrenciye hakkında soruşturma başlattı. Üniversite, bu soruşturmayla da yetinmedi ve öğrencileri velilerine bir yazıyla şikâyet etti.

18.03.2010 @ Radikal:

Çekmeköy Mehmetçik Lisesi’nde Tekel işçilerine destek vermek için okul bahçesinde eylem yapan öğrencilerden 24’ü ellerine tasdikname verilip okuldan atıldı. Öğrenciler ve veliler şaşkın. Velilerin avukatı Özgür Urfa “Üniversitede bile eylemden dolayı öğrencileri okuldan atmıyorlar” derken İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün verdiği cezayı ağır buldu.

18.03.2010 @Radikal:

Hacettepe Beytepe ve ODTÜ kampüslerindeki otobüs duraklarında toplanan ve "Öğrenci Kollektifi" üyesi olduklarını belirten bir grup öğrenci, gelen otobüslere kart basmadan binmek istedi. Bunun üzerine, araçlarını hareket ettirmeyen otobüs şoförleri durumu polise bildirdi. ODTÜ ve Beytepe yerleşkelerine sevk edilen çok sayıda çevik kuvvet polisi otobüslberdeki öğrencileri gözaltına aldı. ODTÜ’de 99, Beytepe’de ise 28 kişi olmak üzere toplam 127 öğrencinin gözaltına alındığı öğrenildi.

Ağacı yaşken eğmek yerine toptan dalını budağını kırmak daha revaçta bir süredir. Polis devletiyiz zaten de, korku devleti de olduk gitti, hadi geçmiş ossuun.